29 Kasım 2012 Perşembe

Past Away.

Tahammülümü yanıma almayı unutmuşum, yürürken. Büyürken. Sonra kala kala bir avuç ve hep aç kalmışım. Bozmuşum kafayı, eskiyi yeniyi hepsini karıştırmışım. Daldan dala o piti piti yapmış, hiçbirine konamamışım. Koymamış. "Olsun zaten benim de bir sürü işim vardı." demişim. Zorunluluklarımı istediklerim sanmışım.
Bir tek uyurken tahammül edebilirmişim. Artık.

"Artık" ile "Eskiden" hep ortak. Çünkü tadı kalıyor.

Vega-Tadın Kaldı.

11 Kasım 2012 Pazar

Far Away de olur.

biri şuna yakın bir şey demişti: "O ölmüş. Özlediğimde gidip dokunabiliyor muyum? Hayır. O zaman ölmüş."
O zaman başım sağolsun.
Jay Jay de Far Away'de şöyle bir şey diyordu: "every word is like a knife, but the silence cuts you twice."
O zaman fuck the silence.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Unfiltered.

çamaşırları ütülemem gerekiyordu. ben de gidip bir bira açtım. bu kadar çoğu kaybetmek için ben ne yaptım?  şuan yazabildiğim yerde sigara içmeme kocam izin vermiyor. kafiyeleri bu yüzden tutturamayabilirim. istanbulu çok özledim. biri çıkıp kıyafetimi nerden aldığımı soracak diye çok korkuyorum, her an ağlayabilirim. bu kadar dönüşsüz kalmak için ben ne yaptım? şarkılar biriktirmeyeli bir milyon yıl geçti, çünkü şarkıların mutsuzlukla bir ilgisi olmalı. bir milyon yıldır çok mutluyum. bu kadar mutluluğu haketmek için ben kime ne yaptım? yine de vurduya kırdıya önceden bayağı bir aşina bünye. istiyor arada. çok standart be kardeşim. haydi kalk gidelim.

No Clear Mind-Static

17 Temmuz 2012 Salı

Failed.

Şuan burada olmak zorunda olmasaydım ne yapardım?
Son yüz sayfasına nihayet gelebildiğim ve ancak heyecan duyup tatmin olmaya başladığım İnci gibi Dişler kitabını bitirirdim. Sorun kitapta değil, çevirisinde ve bir nebze de benim maymun iştahlılığımda. Çevirisi cidden google translate tadında. Ama bu da sanırım yazarın espri anlayışının tavan yapmış olmasından kaynaklanıyor. Neyse, kitap güzel, son tahlilde anlamlı bir yere varmaya çalışıyor.
Savages (Vahşiler) filmini izlemeye giderdim. Benicio Del Toro, Uma Thurman ve Blake Lively.. Karizma namına ne varsa toplamış Stone. Zaten Oliver Stone'a Natural Born Killers'dan beri aşığım. Büyülü Fener'de büyülenip evime gelirdim.
Sonra da buzzz gibi bir bira yada icetea şeftali yada gazozla Sherlock izlemeye kaldığım yerden devam ederdim. O kadar ara verdim ki son izlediğim bölümün bırak sonunu komple konusunu bile hatırlamıyorum. Ayrıca True Blood'ın son 2 bölümünü de izleyemedim henüz. Ama zaten iyice baymaya başladı. Sookie mübarek o ayrık dişleri ve kedi miyavlaması gibi ses tonuyla sevişmedik adam bırakmadı dizide. Dizi iyice saçmalamaya başladı. Seksten soğuycam bunlar yüzünden:S
Sonra da işte bu sabah astığım çamaşırları toplardım, toz alırdım falan:/ (aslında belki de sadece ev işi yapardım, bi de yemek, bir de ütü gün de biterdi zaten:((( )

4 Temmuz 2012 Çarşamba

İki Adam, Bir Kadın ve Yaz

Yıl: 2012
Şuan elimde damakta uzun uzun süzülen, irish cream aromasını aldığım nefese bile işleyen ve hiç mi hiç bitmeyen bir kahve olsa. Deniz olsa karşıda ben de balkonda olsam. Müzik çalsa arkada bir yerde. Elimde bir kitap. Kağıt, kalem her daim bana yakın bir köşede olsa. Sonra O, elinde yiyecek içeceklerle gelse. Bir miktar sevgimizi göstersek. Hayatımızda ilk kez yalnız olmamayı tecrübe etsek.

Yıl: 1992
Burası çok güzel kokuyor. Antalya'dayız. Kaldığımız evin balkonu var. Hep balkona çıkmak ve hiç içeri girmemek istiyorum. Yasemin kokuyormuş. Ama o kadar güzel ki. Güneş kreminden bile güzel kokuyor. Denize girmekten sonra en sevdiğim şey, babamla tavla oynamak. Yeni öğrendim tavla oynamayı. Ama tavla 2 çeşitmiş. Ben kızların oynadığı tavlayı oynayabiliyorum. O kadar eğlenceli ki, babam sıkılır diye çok korkuyorum.

21 Haziran 2012 Perşembe

Robinson Crusoe 389

Ergen zamanlarımda İstiklal Caddesi benim için bir yaşam stili gibi bir şeydi. Ne yapılacaksa orada yapılacak gibi falan. Kıyafet alacaksam koşa koşa Atlas Pasajına giderdim. O yıl pazara, küçük butiğe, memleketin her yerine düşecek sokak modası en önce Atlas Pasajına gelir, bu böyledir. Takı alacaksam yine Atlas. Ne yemek istiyorsa canım, en güzelleri yine Beyoğlu'nda. Bu klişeler aslında hala geçerli. Ama artık bir Ankaralıyım ve işin garibi Ankara'ya resmen aşığım. Yine de bir Robinson Cruose kitapevi aşkım dünkü kadar taze. Ara ara hayal ediyorum. "Gelecek planlarının arasında ne var?" dediklerinde hala bu kitap evinin kasasında yada elimde bezle raflarının tozunu alırken hayal ediyorum kendimi. Bir zamanlar önünden geçerken yüksek sesle "Benim olacaksın, büyüyüp ne kadarsa parası verip alacağım seni!" derdim. Şimdiyse önünden geçerken bir burukluk, içeri girip "sen anca bir kitap alırsın." edasıyla kasaya doğru ilerleyip, o muhteşem ambalajlı kitaplara sarılabiliyorum sadece.
Hangi ara bu kadar değişti dünyam, hatırlamıyorum bile. Bir zamanlar "o kitapevi benim olsun, evim olmasa da olur. Nasıl olsa bütün kiralık evler benim." derken şimdi mortgage kredilerinin faizlerini hesaplarken buluyorum kendimi. Baba parasıyla hayal kurmak ne kadar güzel, ne kadar kolay ve ikna ediciymiş meğer.
Şimdi hayal dünyamı tekrar harekete geçirmek için tekrar kitap okumaya başlamam gerek. En son bitirdiğim kitabın adını bile hatırlamıyorum (yok abartmışım şimdi hatırladım.) Ben ancak Robinson Cruose'den bir kitap alırım. Belki onu bile alamam. Artık Ankaralıyım. Ama yine de belki çok sonra çooook ama çok sonra emekli ikramiyemi aldığımda mesela... belki.

10 Haziran 2012 Pazar

Yaşamaya Mecbursun.



Her günün sabahında, gazete sayfalarını, twitterdaki trend konuları gördükçe kafamın içinde soundtrack tadında bu şarkı. Şu orkestra gibi çok sesli olmayı bir beceremedik. Çok yazık oluyor ülkeme. İnsandan yana olan insanıma çok yazık oluyor.