çok şey yazmak istiyorum. çok şey oluyor. ama daha çoğu olmuyor. mesela herkesler gidiyor. ben giderken hep oradaydılar. şimdi ben geldim. ama onlar burada değiller. hayat çok tuhaf. burada hiç vapur yok. ama hava çok güzel. üstümüzden çok kuş geçiyor. içim, onları farkedememenin vicdan azabında. iki birayla bulanan kafamın tanıdıklığına kıkırdıyorum şimdi. bir başıma. iki bira yetiyor, gençlik, bahar, şarkılar ve bir de düğün. hatta iki. iki ne kadar güzel bir sayı. iki bira. iki arkadaş. iki sevgili. iki düğün. iki.
Rachel Portman-Never let me Go
22 Nisan 2012 Pazar
10 Nisan 2012 Salı
"veren el alır, gülün hatrı kalır..."
öyle bir şey söylemek istiyorum ki şimdi, tek bir cümleyle aydınlansın gece. ben belki de hiçbir ölüme bu kadar içerlememiştim. bu kadar sessizce yaşamamıştım hiçbir kaybı. öyle alelade söylediler ki öldüğünü, bir başkasından bahsediyorlar sandım. gittim ekrana baktım. iki gün öncesinde bakınca içimi huzurla kaplayan o yüz vardı. kor düşüyor diyorlar ya. saplandı kaldı.
ortaokuldaydım sanırım yada lisenin ilk sınıfı. kendi paramla ilk kasedimi almıştım. sezen aksu-deliveren. sarı odaları duymuştum radyoda. ilk aşkı hala sırtımda yaşıyorum o zamanlar. o da çok seviyordu o şarkıyı. o zaman kesinlikle o kasedi almalıydım. neyse. içinden taa bugünlere kalan bambaşka bir harikulade çıktı. "yine mi çiçek".
bir daha kim "haber etsek o yare, gelse Bomonti'den. Şereflendirse bizi olsak teyyare" diyerek, ılık bahar rüzgarında mis kokulu bir özlemi anlatacak? o rakı kadehi, hele de bu şarkıyla titremeden elde nasıl tutulacak? acıya bir daha kim onun kadar şefkatle yaklaşacak?
yine güzelsin yine çiçek. Seninle şereflendim ya, hamdolsun.
ortaokuldaydım sanırım yada lisenin ilk sınıfı. kendi paramla ilk kasedimi almıştım. sezen aksu-deliveren. sarı odaları duymuştum radyoda. ilk aşkı hala sırtımda yaşıyorum o zamanlar. o da çok seviyordu o şarkıyı. o zaman kesinlikle o kasedi almalıydım. neyse. içinden taa bugünlere kalan bambaşka bir harikulade çıktı. "yine mi çiçek".
bir daha kim "haber etsek o yare, gelse Bomonti'den. Şereflendirse bizi olsak teyyare" diyerek, ılık bahar rüzgarında mis kokulu bir özlemi anlatacak? o rakı kadehi, hele de bu şarkıyla titremeden elde nasıl tutulacak? acıya bir daha kim onun kadar şefkatle yaklaşacak?
yine güzelsin yine çiçek. Seninle şereflendim ya, hamdolsun.
6 Nisan 2012 Cuma
ahanda buraya yazıyorum.
Yeni bir hayata başlarken revizyonist bazı adımlar da atıyorum yavaştan. Bugün de şöyle bir karar aldım ki, tek başıma yaptığım faaliyetlerden zevk almayı eksik etmeyeceğim. insanın tüm hayatını, benliğini tek bir kişiye endekslemesi bir yandan iyi ama aynı zamanda da çok tüketen bir durum. Buna bir an önce engel olmalı ve özüme dönmeliyim. Geçenlerde Emre "şu telaşımız bittikten sonra fotoğraf çekmeye çıkacağım, bisiklet süreceğim, Özüme döneceğim yani" dediğinde bu kadar iyi anlamamıştım. Şimdi öyle bir dank etti ki kafamda bu doğruluk bir an önce harekete geçmem gerektiğini farkettim. Ve geçiyorum.
Bugün itibariyle, İstanbul'dan kitaplarım geldi. İşe, onları düzenlemekle ve yeni okunmamışları öncelik sırasına göre dizmekle başlayacağım. Ardından kendime tertemiz bir defter alacağım. Belki de bu blogu açtığımdan beri doğru düzgün kağıt kalemle yazı yazmıyorum. Kendime küfrediyorum resmen. Canım sıkıldığında çıkıp bir şeyler yapmak istediğimde olur da gelebilecek kimseyi bulamazsam 19 yaşımdaki halime bürünüp tek başıma sinemaya gideceğim. Seğmenlerde uzanacağım. Bir cafede tek başıma oturup dergi okuyacağım. Yolda bir tanıdıkla karşılaşacağım belki. Yönetmenler seçeceğim ve filmlerini seri halinde peşpeşe içeceğim. Hedefler koyacağım. Mesela, haftada 3 film, 1 kitap gibi. Daha önce hiç denemediğim bir alanda denemeler yapacağım, bir enstrümanı çalmaya çalışmak olabilir yada pilatese başlamak olabilir veyahut hiç bilmediğim bir dili öğrenmek olabilir. Yüksek lisansla ilgili ciddi araştırmalara başlayacağım.
Bundan sonra "off çok sıkıldım." demek yok. inşallah.
ve hala kişisel gelişim ve diyet kitaplarından nefret ediyorum.
30 Mart 2012 Cuma
davetiye.
hemen hemen herkes bilir. şarkı da der: Her şeyim tamamdı, bir sendin noksan.
ve milyonlarcasından önce beni Burak tanıştırmıştı onunla. bu şarkısıyla tanışmıştık. şimdi ne kadar ayak altında GİBİ dursa da, o zaman o kadar başımın üstündeydi, dilimin ucundaydı.
çünkü Emre'yi özlüyor ve ellerinin hangi bedenlerde dolaştığını bilmiyordum. benim yerime o sesleniyordu Emre'ye. YANIMA GEEEEEEEL!
23 Mart 2012 Cuma
19 Mart 2012 Pazartesi
this is the best day to die.

insan yeni bir hayata alışırken yeni birisini doğuruyordu içinde mecburen. şehirlerden geçiyordu, geçerken hayatlara uğruyordu, dokunuyordu, tadıyordu ve terkediyordu. terkediliyordu. Amy'nin de dediği gibi "zaman tünelinin içinde duvarlara çarparak zedelenen, yara alan hayatlardı." hepimizin. ayağımıza basıyorlardı ve kayan ayak her ne haltımsa bizimki oluyordu. ve yine her ne bokumsa, en sağlam kararlar bile sabahına daha hafif kalkıyordu. ve yine her ne zıkkımsa, en sağlam sevgiler bile bir tek kendi özüne dayanıyordu. Times New Roman'la başlayıp italic harflere dönüşen alıntı tadında hayatlara atılıyorduk. bu ağzımıza sıçılmışlığın edebi formuydu. sürünmüyorduk, sürünmeye yazıyorduk. en kötüsü unutuyorduk. geçtiklerimizi, dokunduklarımızı, tattıklarımızı nasıl da unutuyorduk. alkol bahaneydi ama iyiydi. kafa güzel değildi, tiktaklar duyuluyordu sadece. biz özlüyorduk. özlemek bitmeyen fiildi. akmaya meyilliydi. ve bence, şuandan uzaklaşmanın en kolay haliydi. bir kaçıştı özlem. en güzel haliyle bir korkak işiydi. geçmiş görülebilen bir şey olsaydı, üzerinde bir tek özleyenin adının olmadığı bir mezar taşı olurdu.
"uzunca yazalım
bu gece güzel olmasın
çalınmamış bir kapıdan daha hüzünlüsü varsa
o da açılmamış bir kapıdır
elimde kalan tek şey
kalemimdir belki de!"
diyebilen adam bile yazmıyor artık. neyini zorluyorum ki bu bi sikim anlamadığım cumhuriyetin?!
Maybeshewill-In Another Life, When We Are Cats
24 Şubat 2012 Cuma
Tüketim Fetişi

nedense bizim dışımızdaki gerçek hayatlar bize, tv'de izlediklerimizden çok ama çok daha uzak geliyor. Farzı misal, gerçekte bir kadın var. Evli bir kadın. Kocası tarafından aldatılan, böbrek hastası bir kadın. Adamın sevgilisi, kadına böbreğini vermek istediğini söylüyor. Doku örneği falan fistan alınıyor. Durum pozitif. Bizim aldatılan ve hasta kadınımızsa bu nakile razı geliyor ve kumasının böbreğini alıyor. Ameliyattan bir kaç gün sonra aldatılan kadın ve kumasının elele resmiyle gazetelerde görüyoruz, bu haber 3. sayfaları süslüyor. Manşet "Allah kumamdan razı olsun!" Hepimiz okuyoruz. Kendimizi hiçbir tarafın yerine koymaksızın okuyup sayfayı çeviriyoruz. Oysaki Cemile Caroline'i bıçakladığında Twitter'ı nasıl da sallamıştık. Nasıl da feminizmin, kadın gururunun arkasında durmuştuk. Peki kumasına hayır duası okuyan o kadın, her gece yan odada başka bir kadınla uyuyan kocasıyla sırf böbreği hatrına aynı çatı altında nasıl.... nasıl ama ya nasıl? Bir insan böyle bir işkenceye nasıl... nasıl ya?
ve tabi ki "kuma yasal olsun" diyen gerizekalılarla aynı ülkede yaşıyoruz. ayrıca kuma dediğimiz kulağa ve algıya ne kadar iğrenç gelse de, bir insandan bahsediyoruz. hayır bu mevzu da anlamadığım şey, istediğin kadar kuma alabiliyorsan zina tam olarak ne oluyor? söylemeyip gizleyince mi günah oluyor? salak mısın?
Velhasılı gündemler, bizleri alıp ultra soyut ve bir halta yaramayan konuşmalara sürüklüyor. Durumların değerini popülerlikleriyle sınıyoruz. İnsanları da öyle tabi. Ne kadar çok boş çeneyi dolduruyorsa o kadar kafamızı meşgul ediyor. Saçmalaşıyoruz. Aynılaşıyoruz. Kimsenin birbirini dinlemediği ama herkesin bir şeyler söylediği bir mecrada, hayatın gerçeklerini bile yitiriyoruz. Mesela, o İsyeeeaaan değil, isyan. Ve lütfen isyan deyince aklınıza sadece Halil Sezai gelmesin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)