24 Şubat 2012 Cuma

Tüketim Fetişi


nedense bizim dışımızdaki gerçek hayatlar bize, tv'de izlediklerimizden çok ama çok daha uzak geliyor. Farzı misal, gerçekte bir kadın var. Evli bir kadın. Kocası tarafından aldatılan, böbrek hastası bir kadın. Adamın sevgilisi, kadına böbreğini vermek istediğini söylüyor. Doku örneği falan fistan alınıyor. Durum pozitif. Bizim aldatılan ve hasta kadınımızsa bu nakile razı geliyor ve kumasının böbreğini alıyor. Ameliyattan bir kaç gün sonra aldatılan kadın ve kumasının elele resmiyle gazetelerde görüyoruz, bu haber 3. sayfaları süslüyor. Manşet "Allah kumamdan razı olsun!" Hepimiz okuyoruz. Kendimizi hiçbir tarafın yerine koymaksızın okuyup sayfayı çeviriyoruz. Oysaki Cemile Caroline'i bıçakladığında Twitter'ı nasıl da sallamıştık. Nasıl da feminizmin, kadın gururunun arkasında durmuştuk. Peki kumasına hayır duası okuyan o kadın, her gece yan odada başka bir kadınla uyuyan kocasıyla sırf böbreği hatrına aynı çatı altında nasıl.... nasıl ama ya nasıl? Bir insan böyle bir işkenceye nasıl... nasıl ya?
ve tabi ki "kuma yasal olsun" diyen gerizekalılarla aynı ülkede yaşıyoruz. ayrıca kuma dediğimiz kulağa ve algıya ne kadar iğrenç gelse de, bir insandan bahsediyoruz. hayır bu mevzu da anlamadığım şey, istediğin kadar kuma alabiliyorsan zina tam olarak ne oluyor? söylemeyip gizleyince mi günah oluyor? salak mısın?
Velhasılı gündemler, bizleri alıp ultra soyut ve bir halta yaramayan konuşmalara sürüklüyor. Durumların değerini popülerlikleriyle sınıyoruz. İnsanları da öyle tabi. Ne kadar çok boş çeneyi dolduruyorsa o kadar kafamızı meşgul ediyor. Saçmalaşıyoruz. Aynılaşıyoruz. Kimsenin birbirini dinlemediği ama herkesin bir şeyler söylediği bir mecrada, hayatın gerçeklerini bile yitiriyoruz. Mesela, o İsyeeeaaan değil, isyan. Ve lütfen isyan deyince aklınıza sadece Halil Sezai gelmesin.

Fenomania



Herkesler modayla ilgili bir fikre sahip olur oldu. Nasıl oldu, ne biçim oldu anlamadım. Ben de bu konuyla ilgili tek bir şey, sadece bir şey söyleyip çekileceğim: KATE MOSS!

15 Şubat 2012 Çarşamba

sheer simplicity


uzun ama uzun bir zamandır hep tanıdık huzurların etrafında geçiyor hayatım. bunun konforundan bahsetmeye gerek duymuyorum zira bilen zaten biliyor, bilmeyense koşup duruyordur. her iş çıkışı aynı kokuya koşmaktan bahsediyorum şuan. ya da youtube'u açtığımda ne dinleyeceğimi her daim bilmekten bahsediyorum. ya da güzel cümleler okumak için hangi kitabın altı çizili satırlarına sarılacağımı bilmekten bahsediyorum. ya da 2 film arasında kaldığımda hangisini izlememek daha büyük pişmanlık yaratır bilmekten bahsediyorum. ya da yol ortasında rotasız, plansız, ne yapacağını bilemez kalmışken kimi arayacağımı bilmekten bahsediyorum. seçeneklerin teke inmişliği yalnızlıktan ziyade, farkındalık yaratıyor bende. sanki daha bir sağlam duruyorum olduğum yerde. evet kesinlikle bu. Sağlam. Dik. Kendinden emin. kolay olmadı hiç. hatta şuanki eminlik, onu elde edene kadar çekilen zorluklardan daha mı güçlü pek emin değilim ama bu mukayeseyi hiç düşünmemek çok daha ileride bişey. diyorum ya adı konfor. adı huzur. ve bolca heyecan var dostlar. ilk kez tamamen bana ait bir evim oluyor. eşyalarım oluyor. sevdiğim adamla sarılarak ısınacağımız soğuk gecelerimiz oluyor. yağan karı camda izleyen bir kedimiz oluyor. gelinliğim oluyor. duvağım ve hatta eldivenlerim oluyor. ankara oluyor. yakınlaştıkça etrafımızda büyüyen bir özgürlük oluyor. hiç mi hiç önemsemediğimiz sevgililer günleri oluyor.
"merhamet"i, "hoşgörü"yü, "iyimserliği", "cesaret"i ruhuma santim santim işleyen o adama selam olsun. umarım ben de onun bütün yokluklarını doldurabiliyorumdur.