24 Eylül 2009 Perşembe

Sorun

bendekini de sendekini de bilmiyorum. bizdekiyse bence her anlamda artık yüzeysel kalamıycak kadar derinleşmek...belki de bu yüzden düşüyormuş hissine kapılıyorum.
çok seviyorum. boğuluyormuş gibi, bir el boğazımı sıkıyormuş gibi seviyorum. 80 yaşındaki bir nenenin titrek ellerindeki bir fincan çayı içmeye çalışması gibi seviyorum.
yapmak için yıkmak gerekirmiş. kendimi yıkmaktan başka ne yaptım ki?! o kadar yıktım da ortaya bir şey çıkaramadım. ama seni tanıdığımdan beri yıkıntılarımın her zerresi seni çok sevdi. bildiğim tek şey bu belki.

23 Eylül 2009 Çarşamba

*

Kitlesel başkaldırı mı demiştiniz?! özür dilerim, cevabını bildiğim soruları beni aldattıkları için terkettim ben.

sana gül bahçeleri vaadetmek isterdim Çocuk! kendin kadar emin olduğun apaydınlık bir gelecek vermek isterdim. demet demet sevgiler yığmak isterdim önüne, sevgiyle boğuşmanı isterdim. tutup elimle kaldırmak isterdim adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri(C.S.) lügatı senin için baştan yazmak isterdim. sevmediklerimi-sevemeyeceklerini tutup saçından atmak isterdim. seni hakeden yerler keşfedip, seninle oralara gelmek isterdim Çocuk! saçlarını beline kadar uzatıp savurabileceğin, bedenini istediğin gibi kullanabileceğin, Sen olduğun için horlanıp aşağılanmayacağın yerler keşfetmek isterdim! kendine yetebilmene imkan tanımak isterdim Çocuk! kendini sevmeni isterdim.

20 Eylül 2009 Pazar

-Mış


bugün bir gazetenin haftalık sanat ekinde adını ilk kez okuduğum yazar, edebiyatçı ve filozof Fransız Alain Finkielkraut "Akıllı Bir Yürek" kitabını çıkarmış ve bu kitapta ideal bir kütüphanede bulunması gereken 9 kitabın ismini vermiş:
*Milan Kundera-Şaka
*Vasili Grossman-Her şey Geçer
*Sebastian Haffner-Bir Almanın Hikayesi
*Albert Camus-İlk Adam
*Philip Roth-İnsan Lekesi
*Joseph Conrad-Lord Jim
*Dostoyevski-Yeraltından Notlar
*Henry James-Washington Meydanı
*Karen Blixen-Babette'nin Şöleni
etrafımda bazı hiç de şahsına münhasır olmayan kişiler arada huzuruma gelip şöyle buyururlar: "Eyy Duygu!! Bana bir kitap öner, ne okuyacağımı bilemiyorum!"
şimdi burada yukarıda yazdıklarımla aslında şu mesajı veriyorum: "okumak okumayı getirir!" (aslında mesaj kaygısı gütmüyordum, ama demek ki okumak düşünmeyi de getiriyormuş arkasında! asıl mesaj bu, çaktırma.)
elimde şuan bulunduğum şehrin sahaflarından topladığım 10 küsür kadar kitap var. listeye bide bunlar eklendi. ama yetiştiremeyecek olma sıkıntısı değil bu, başka bir şey. Bilge Karasu bile demiş: "Hiçbir zaman okunacak kitaplar listesini tam anlamıyla takip edemedim. araya başkaları girdi, birileri çıktı." ehh bize de deryada damla olmanın dayanılmaz hafifliği kalsın öyleyse.
ne okuyacağını bilemeyenlere de bir tavsiye: hiçbir şey bulamıyorsanız, gazete okuyun. dergi okuyun. o da mı olmadı? blogları okuyun. olmadı mı? takvim yapraklarını, reklam broşürlerini okuyun. rüyamda gördüm, okumayı öğrenip de unutmak çok günahmış!!! (siz ancak böyle şeylerle motive olursunuz dimi?)

17 Eylül 2009 Perşembe

BiGitLa!


neden ben? okumayacağınızı bildiğimden soruyorum, cevap hakkı doğurmıycam size, ama yine de neden ben? kaç tane olduğunuzun bile idrakini yitirdim. bi gidin yahu! beni bi benle bırakın, bakın nasıl süper ötesi bi insan olucam! bi bırakın yeter ki! bıktım usandım artık sizin beni gördüğünüz heryerde sıkıştırıp "Yaa Duygu niye böyle oluyo yaa!", "Yaa Duygu bana bi akıl ver napıcam ben bu çocukla?", "Yaa Duygu çok mutsuzum beni neden sevmiyo?", "Yaa Duygu sence bu aşk imkansız mı, hee?", "Yaa Duygu bi el atsana, onunla bi de sen konuşsana, belki derdini sana daha iyi anlatır?"....demelerinizden! gözgöze gelmek bile istemiyorum sizinle! gördüğümde derhal yolumu değiştirirken kendimi "Nolur beni görmemiş olsun, noolurr!" diye dua ederken bulmaktan nefret ediyorum! suçum ne? hayır diyememek mi? ahh siz, ne kadar da fırsatçısınız, ne kadar çıkarcısınız, ne kadar da içten bile değil gayet ayan beyan pazarlıklısınız! burda yazdıklarımı yüzünüze söylesem hiç kuşkum yok tepkiniz şu olurdu: "Aaa Duygu aşk olsun! ben kendimi sana yakın buldum, inan ki derdimi bir tek sana anlatabiliyodum. ama madem rahatsızsın eyvallah. anlatmam." der ve bi daha yolda dahi selam vermezsiniz. siz böylesiniz işte! "Naber!" der cevabını bile doğru dürüst dinlemeden yakınmaya başlarsınız! çünkü bu Duygu kişisi sizin hayatınızda derdinizi dinlemek için var olmuştur, onun yeri orasıdır, ona derdi sorulmaz, onun derdi dinlenmez, eğer olur da konuşmaya başlarsa hemen kendinizden bir örnek verirsiniz ve bu örnek bi anda konuşmanın ta kendisi olur, Duygu kişisi layığı olduğu yere kavuşur! kaldı ki Duygu kişisi hiçbir zaman böyle bir girişimde bulunmadığına göre hiç derdi yok demektir! Aaa olur mu öyle şey, siz derd-i dertlerle boğuşurken dertsiz bi insan görmeye katlanabilir misiniz, olmazz hemen size ait olanlardan bir pay da onun üzerine düşer. bu düşmeler bitmez allah bitmez!

öğlenin akşama yakın olan tarafında uyanıyorum. telefon çalıyor. yabancı bi numara. açıyorum. ağlayan bi kız: "Duyguuu ayrıldıkkk!!! Sence ölsem üzülür mü??" ben olsam üzülmezdim sevgili BeniKızOlduğumdanUtandıranŞey! uzun uzun susuyorum. uzun uzun ağlıyor. bitsin artıııkkk! "Yaa yapma ama böyle güçlü olman lazım, başkasını bulursun hem, sen güzel bi kızsın. Yarın öbür gün bunları hatırlayıp gülüceğini hayal et!" zırvaları, en çok da beni böyle saçmalamak zorunda bırakmanızdan nefret ediyorum. binlerce kişisel gelişim kitabı var, gidin alın okuyun hayrını görün naparsanız yapın! ama bi gidin ya! beni bi rahat bırakın!
gecenin sabaha yakın olan tarafında yazı yazmaya çabalıyorum. daha önce yazmadığım, ağır bi konu olsun istiyorum. sınırlarımı zorlamayı hayal ediyorum. telefon çalıyor. açıyorum. ağlayan bir erkek: "Duyguu ben onu çok seviyorum, sence o da beni seviyo mudur?" ben olsam sevmezdim. özellikle de kimseyi benim düştüğüm bu duruma düşürme diye sevmezdim seni. o kadar sıkıcı ve sığsın ki, bence sen de kendinden tez elden nefret etmelisin. tanrıya seni baştan yaratsın diye dua etmelisin!

evet çok sertim! ama ben böyle değildim, sonradan oldum.bu da nasıl bir teselliyse artık!
Muse-Stockholm Sendrome

12 Eylül 2009 Cumartesi

HatırlamayıUnuttuğumZamanlara

bir şarkı yetermiş. hiç yaşamadığım senaryolara ağlamama. baş karakteri, ezileni, zavallıyı oynamama bir şarkı yetermiş. nasıl da anlamsız! insanoğlu içini kor eden o sesi duymaya ne kadar da hevesli! melankoli bağımlılıkmış. herkes aslında aşkı hüzünde aramaktaymış.
o kapı altına atılan mektupların cevapsızlık halini düşünmemek işten değil...
o nice gururlara yenilen sevgi sözcükleri...
sonu illaki vazgeçmeye varan fiiller...
olmayan bir cümleye nokta koymamak adına uykusuz gecelerin uyduruk bahaneleri...
bir şarkı yetermiş; o saman kağıtlarının kokusunu, boğazdan karına doğru akan sıcaklığı, eline koluna ilk kez sahip oluyormuş gibi nerede duracağına karar verememeyi, ruhunun bedeninin asla gidemeyeceği yerlere gitmesini, hiç konuşmadan kekelemeyi hatırlamaya bir şarkı yetermiş...
_SeniKimlerAldı_

11 Eylül 2009 Cuma

BuEvrimDarwin'eTers


vakti zamanında, biz kapı önünde badminton-9 taş-9 aylık-ip atlamaca-ebelemece-saklanmaca-ortada kuyu var yandan geçmece oynarken, o sokak senin bu cadde benim bisiklet sürerken, sokakta küfürler öğrenip eve gelince "Anne! .... ne demek?" diye sorarken, günün en nefret ettiğimiz saatleri 20:00 iken, çünkü bu saatlerde yemek yemece ve haber programları izlemece yapılırken ve biz bitse de gitsek kıvamındayken, eve girmeden ayaklarımızı yıkarken, Kral TV'de DJ'ler varken, Barış Manço-Cem Karaca yaşarken, her akşam başka bir İnek Şaban filmini izleyerek uyuyakalırken, İkiz Kulelerin vurulmasına daha çok varken, ben haftada bir gözlüğümün camını kırarken, Baba demek Sigara İçen demekken, Anne demek Yemek Yapan demekken, alış-verişten nefret ederken, lunaparka bayılırken, Macarina en popüler şarkıyken, 3 kızdan 2'sinin belinde holilop dönerken( ve ben bunu asla beceremezken), para biriktirerek her şeyin alınabileceğini sanarken, yaşadığımız sokağı dünyanın merkezi sanarken, 30'lu yaşlardaki Annelere 40'lı yaşlardaki Babalara yaşlı derken, ayağa takılacak bir geçmişe sahip değilken henüz, hoyratça koşarken nereye olduğu farketmezken, terlemekten korkmazken, ter kokusundan gocunmazken....
o çocuklar vardı hayatımda, attıkları topla bir kez daha vurulabilmek için Anneme Babama isyan ettiğim çocuklar...boyları bana yakındı, yanakları pembeydi. bazıları beni çok severdi, evimizin önünden geçerken bisikletlerinin kornalarını çalarlardı. ben bazılarını çok severdim, onlar da beni sevsin diye her gece dua ederdim. bugün es kaza hepsiyle aynı anda karşılaştım. "Duygu'ya çocukluğunu hatırlatma günü" müydü bugün?! takvimde öyle bir şey yazmıyordu. yanakları pembe değil, dişleri sarı sigaradan. boyları da bana yakın değil, hepsi almış başını göğe doğru gitmiş. bazıları büyümüş, evlenmiş; bazıları yaşlanmış, baba olmuş. bir çoğunun ismini hatırlayamadım, geçmişime bu kadar yakın oldukları halde, bugünümden nasıl bu kadar ayrı düştüklerini anladım:
onlar geleceğin kavgasını veriyorlardı, bense hala bugünün. ben masalarında dönen muhabbete boş boş bakıyordum, onlar da elimdeki gazeteye. onlar dişiliğin evde oturarak pekiştireleceğini düşünüyordu, bense yatsı ezanı okunduğu halde evde oturmayan bir dişiydim. onlar Babalarının sözünden çıkmak için evlenmiş, söz geçirmek için Baba olmuşlardı; ben oturmuş benim yumurtamdan döllenmemiş çocuklarıma mektuplar yazıyordum. onlar "Adam ol!" diyordu, ben "İnsan ol!" diyordum.
bunları düşünürken garson sipariş almaya geldi. göğsümdeki Eros'u göstererek "Aaa dövmeniz ne kadar güzel! Maymun mu o?!" dedi.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Siyasetin Meydanı


geçtiğimiz perşembe siyaset meydanında çocuklar(!) Kürt Açılımını tartışmak üzere hazır ve nazırdılar. aklıma takılan ilk soru bu çocukların nasıl seçildiğiydi. büyük ihtimal bölgelerin başarılı okullarına talimat gönderilmiş ve okullar öğrencilerinden en başarılı olanları buraya göndermek için seçmişti, ve her birinin ellerinde konuşurken sık sık baktıkları birer kağıt vardı. orada okudukları cümleler acaba tamamen kendilerine mi aitti? kendilerine ait olsa bile bu çocukların acaba kaç tanesi o programa çıkmadan önce bu konuyla içli dışlı olmuştu? her neyse bunlar, bu programın içeriğine ve gidişatına bakılınca gayet "zerzevat" konumunda kalıyorlar zaten.
siyasetin çocuk için olanı, yada çocukla birlikte yapılanı olmaz bence. çünkü siyaset zaten başlı başına "çocukları ve kadınları" sindirmek için, onları 2.,3.,4.,... pozisyonlara atmak için üretilmiş bir ataerkil uydurması. "Bütün toplumlar bireyi yok etmek için inşaa edilmiştir." bu her daim severek kullandığım bir cümle. çocukluk, her insanın birey olabilmeyi başarabildiği yegane zamanı. ne öncesi var bu sürecin ne de sonrası...bir çocuk siyaset yapmaya itilirse, işte geçen perşembe tv'de gördüğümüz bu durum çıkar ortaya. hepsi birden öğrendiklerinin(!) "Aşırı"sı oluverirler. ki öğrenmek koca bir ömrü kapsarken, bu çocuklar bu meydanda "anne-baba-abi-akraba-komşu vs."lerinin birer kopyası haline gelirler, çünkü öğrenme süreçlerinin daha en başındalar ve henüz ulaşabildikleri sadece "kulaktan dolma bilgiler". eğer bu konu Tv'de değilde sınıflarda, evlerde, dersanelerde yani kameranın olmadığı herhangi bir yerde çocuklarla tartışılmış olsaydı, konu bir nebze olsun içten bulunabilirdi. aslında Ali Kırca'nın sadece çocukların da fikrini almak için böyle bir iş yapmak istediğinden eminim ama sonuç ne yazık ki ortada. bu memlekette "mahalle baskısı" diye bir şey var, çocuklar bu mahalle baskısının uygun gördüğü biçimde şekilleniyorlar, sonrasındaki seçimleri elbette onların "dışarıdan" öğrendikleriyle de şekilleniyor. fakat çocuk olmak aynı zamanda kahraman olmaktır. çocuk olmak aklına gelen ilk cümleyi söyleyebilmektir. çocuk olmak yanlış yapma kaygısı gütmemektir. çocuk olmak tanımlara ihtiyaç duymamaktır. çocuk olmak sadece çocuk olmaktır. bu programın fiyaskosu, tıpkı 23 Nisan'larda oraya buraya çocukları oturtup gövde gösterisi yapmanın bir tekrarı olmasından kaynaklanıyor. çocuklara fikir ve ifade özgürlüğünü onlar daha "çocukken" vermek büyüklük değildir efendiler! çünkü bilirsiniz ki bir çocuk, sadece "fikirsiz ifadeler"le ilgilenir. fikri var-mış gibi yapanlar da anne-baba-öğretmen vs.lerini taklit etmektedir.
İyi Seyirler...

5 Eylül 2009 Cumartesi

RusRuleti


bu sıkışmışlıkların içinden nasıl kurtulacağımı düşünürken buldum kendimi. çünkü ben de bir "sıkışmış sıkılmış"ım. henüz "Kendi"ni oluşturmaya çalışan bir yeni yetmeyken, "kuralları sorgulamama"yı bir kural edinmiştim. çünkü daha "kendim" değildim. olmamıştım. pişmemiştim. hamdım. soru işaretlerinin yerine virgüller koyuyor, genel-geçer cevapları ardına ekliyor, tatmin ol-muş gibi yapıyordum. ne zaman ki genel-geçer cevaplar yerine başka cevaplar da verilebildiğini öğrendim, "öteki"ni de benliğime katarak çoğalmaya karar verdim, işler büsbütün karıştı. sıkışmaya başladım. sınırlarım öyle genişledi ki, artık karaparçalarına değmeme ihtimalim imkansızdı. kabuğumun kırılmasıyla artık ben de kırmaya ve kırılmaya açıktım. "Özgürleşme"nin bedeli ağırdı. bir zamanlar, daha tam olmamışken rehber edindiğim fikirler şimdi öyle çirkin ve anlamsızdı ki, sonu taa yabancılaşmaya varabilirdi. bu yabancılaşma fikrine karşılık bir karakter, bir olmuşluk hali yaratıp kendimi orada beslemeli, büyütmeliydim. çünkü insanın her sabah uyandığı yeni bir güne devam edebilmesi için bir "şeyler"den suni teneffüs alması gerekiyor. en zoru da bunu sapkınlık noktasından beride tutabilmek.
belki kendi hayatım için bir filozof oldum, çünkü kendi öğretimi geliştirdim:
-Herkes herkese kendi kadar yakındır. Yeter ki herkes kendini tanısın.
kendi yanlışlarımı yaparak, kendi doğrularımı bulmaya başladıkça; tanımaya, anlatmaya ve anlamaya olan açlığım da günbegün arttı. bazen bir sahnede, bazen bir satırda, bazen bir melodide yada bir şarkı sözünde buldum kendimi. koşup birilerine anlattım. anladılar ve anlamadılar. tanıdılar ama anlamadılar ve anladılar ama tanımadılar. ve bazen hem tanıdılar hem anladılar.aslında hiçbir zaman amacım onlara benliğimi katmak, haklılığımı onaylatmak olmadı. anlaşılmamaya ve sıkıştırılmaya alışkındım da birinin çıkıp "Ben de sen gibi olucam!" demesi abesle iştigaldi. ehh ne de olsa bu da bir nevi "anlaşılmamak"tı. o çok sevdiğim Diyalektik Düşünce bana işte bu noktada kafa atmıştı. bana içinde cevabını barındırmadığı bir soru(n) yaratmıştı. isterseniz mazoşistlik deyin farketmez, bu "olmamışlık" halimle tekrar karşılaşmak çok hoşuma gitti. keza hala sınırlarımı genişletebilir ve sıkışmışlığımı arttırabilirdim, ve bu sayede "sıkılmışlığım"dan kurtulabilirdim. "sıkılmamış bir sıkışmışlık"tan daha ala ne olabilir ki?! sıkışmak için birilerine "temas etmek" gerektiği müddetçe...

2 Eylül 2009 Çarşamba

işteBunlarıBunlarıveBunları...


*bir kaktüsle ilgilenmekten bile aciz olup "Anne" olabileceğimi iddia etmeyi
*bir zamanlar "asla yapmam" dediğim şeyin şuan vazgeçilmez bir alışkanlığım olduğunu görmeyi
*2000 yılında tutmaya başladığım günlüğü okuyup başkasına ait bir günlüğü okuyormuş gibi utanmayı
*lisedeyken kurduğum birçok hayali hala gerçekleştirememiş olduğumu görmeyi
*kardeşime ablalıktan ziyade "kardeşlik" yaptığımı farketmeyi
*"olmazsa olmaz" dediğim şeylerden de yoksun yaşayabilmeyi
*uyku tutmayan gecelerde uzun metrajlı filmler çekerek uyumayı
*sevdiğim her şarkının melodisine adımlarımı uydurmayı
*özür dilemeyi ve sonunda illaki affedilmeyi
*bir zamanlar babama arabada cengiz kurtoğlu dinliyo diye kızarken şimdi gidip ona müslüm gürses kasedi hediye etmeyi
*inancımdaki eksikliği kabul ederken, "başım ağrıyor" diyen herkese ilk "nazar olmuşsundur" teşhisi koymayı ve hemen 10 adet tebbet suresi okumayı
*dünyanın en sıkıcı filmlerini bile sabırla sonuna kadar izleyebilmiş olmayı
*"bana bir şey söyle,inanayım" diyen herkese uzun uzun mektuplar yazmayı
*hiçbir faturayı son ödeme tarihinden evvel yatıramamış olmayı
*elektrik idaresinden elektiriğimi kesmeye gelen adamın önce kapıyı çalıp "kesiyorum bak!" demesini
*"nolur kesme,hemen yatırıcam söz" diyerek adamı ikna etmeyi
*ve bu adam elektiriği kesmeye geldiğinde evde olmayı
*evde internet yok diye arkadaşımda kalmayı
*evde su yok diye arkadaşımda kalmayı
*evde kimse yok diye arkadaşımda kalmayı
*arkadaşımı özlediğim için bizde kalsın diye yalvarmayı
*hiç çalışmadığım sınavlardan yüksek not almayı
*sınava alkollüyken girip üstün bir performans sergilemeyi
*amerikalı hocaya bi soru sorabilmek için, içimden onlarca kez aynı cümleyi tekrar etmeyi ve sorucağım vakit soruyu unutmayı
*monika levinski-bill clinton skandalıyla katrina kasırgası-george bush olayı arasında bağlantı kurup bunu bir teori gibi 50 kişinin önünde anlatabilmeyi
*hoca bana sınıfta şarkı söyleme cezası verince çıkıp PinkFloyd'dan The Wall'u söylemeyi
*okulun yarısının beni soyadımla çağırmasını
*o an elimde olan neyse onu her şeyden üstün tutmayı, kendimi ise hep içi boş bir çuvala benzetmeyi S-E-V-İ-Y-O-R-U-M.
seni de seviyorum Şahanem. çünkü sen de Şahane olmaktan vazgeçtin, ve fakat hala benimsin!
BülentOrtaçgil-Değirmenler_Dinle