27 Aralık 2010 Pazartesi

Yazsana.


Duyuların en yoğunlaştığı bölge ise parmaklarımız; bir saç telini ayırt edebilecek hassasiyete sahip. Yani Kant boşuna, "El, ileri uzanmış bir beyindir." demiyor. Ve Emrah Serbes'in yazar olduğunu öğrenen memur bey boşuna onun parmaklarını kastedmiyor. Sözün özü, bakmayın yüreğinde, ruhunda dalağında falan fırtınalar kopanlara... Acıyı parmak uçlarında hissetmeyen kişiden yazar olmuyor.
Dinle-Angus and Julia Stone/Draw Your Swords

24 Aralık 2010 Cuma

OnandOnandOn....


Yani bu gece için bütün söylemek istediğim, bu şarkı. Bir de ben bugün hayatımdaki en büyük gemiye bindim. Kaybolmadım ama. Çünkü "her zamanki gibi" yalnızdım. Ben yalnızken hiçbir şey merak edilesi olmuyor. Ama şarkılar en iyi yalnızken gidiyor. Off ne biçim de gidiyor..
http://fizy.com/#s/1m2yij

21 Aralık 2010 Salı

Anlıyoruluyorum.


Doğada hiçbir hayvan bir başka hayvana güzel olduğu için tapmaz. Uzaklara bakabilmek uğruna iki ayağı üzerinde doğrulan insanoğlu, kendi gerçeği önünde diz çökmeye mahkumdur.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Önce Sev Sonra Doğur Beni


hepimiz ölmeye seviyoruz. bazılarımızsa sevmeyi beceremediği gibi ölmeyi de beceremiyor. oysaki ölmek kavuşmakla ilişkili. kendi gerçeğine kavuşmak. gerçek ilişkiye kavuşmak.

-bana öyle bakma. ben deli değilim. anlayamadıklarını saçmalık diyerek es geçemezsin. ama anlamak zorunda da değilsin. sığ kalmak her zaman bir tercihtir.

zaptediliyorsam, zincirlerimi delilikten örmüşlerdir. deliliğimi harflere gömmüşlerdir. kanrevan içindeyken ellerimin hala beyaz kalması, yazmanın doğurganlığından. ben asıl, azad edildiğimde boğulurum.
dinle_Björk/So Broken

29 Kasım 2010 Pazartesi


boşalttığım valizden, yürüyemediğim yollar sızıyor parkeye. daha önce keşfetmediğim için ağlayacağım bir şarkıyı arıyorum herkesin ağzında. söylesinler ve yokolsunlar istiyorum.
çok önemli bir çocuğu az öpmüşüm kış geliyor. aç karnına hasretlik çekmek mideye zarar. ben sadece kusarsam dindirebiliyorum adrenalimi. yürüyemediğim yollar jiletten olmalı, ayaklarımın altı sancıyor. teselli dediklerinden yemek bile yapılmıyor.
bir gece olur da ansızın korkarsam, ne yapacağımı düşünüyorum. bildiğim duaların hiçbirini anlamadığımı farkediyorum. korkuyorum. anlamadığım bir şeyin beni koruyacağına güvenmiyorum. bir şeyler varsa da bu, "güvenmek"ten değil "kuşku duymamak"tan geçmeli. güven dedikleri şey yorgan bile olamıyor.
İnsanın kendine mahkum olmasından daha büyük bir ceza gelmiyor aklıma.

Dinle_Zardanadam/Kaçacağım

26 Kasım 2010 Cuma

by-by



ve kanımda akan toprak...gidişini başka türlü açıklayamıyorum.

ve bu gece, beni belimden tutup kavrayamadığın, etraftaki onlarcasından soyutlayamadığın bir dansı daha tamamladım. bütün şarkılar senden geçiyordu. nedense hepsi yarım kalıyordu.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Weirdo


yolculuğun hiçbir derde deva olmadığını anladığım gün yıkıldım.

Tanrım. Dünyayı bu kadar büyük ve bizi bu kadar küçük yaratmış olmanın bir anlamı olmalı. Olmalı ki sıradanlar, durmadan-yorulmadan gezen, katedenlere divane diyorlar. Neyse. Bu kimsenin hatası değil, senin bile. Çünkü kader diye bir şeyin olmadığını biliyorum. Senin her yeni gün, yeni bir trajediyle şaşırdığını biliyorum. Yoksa dünya bu çivisi çıkmış haliyle, bu kadar süre varlığını sürdüremezdi. Hepimiz dökülürdük devrilen dünyadan bilmem nerelere.
Ama uçakları, otobüsleri, düz yolları yaratanın insanoğlu olduğunu düşündükçe... Düşünsene sen başta her şeyi yuvarlak yaratıyorsun, ama işe bak, senin yarattığın yine senin yarattığının üstünde senden daha kalifiye hüküm sürüyor. Bundan korkmamana hayranım. Ben de senden korkmuyorum. Niçin korkayım. Kaldı ki korku, geriye kalan bütün duyguları unutturur.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Your Body is A Wonderland


Karar veremiyorum. Bir insan için en önemli duyu hangisidir? Görmek mi, duymak mı, tat almak mı? Ama John Mayer, Belief derken duymanın mutlulukla bir ilgisi olduğunu düşünmemek işten değil.

2 Kasım 2010 Salı

Kitap İçin


"Yazmak, yaşanmayan hayattan bir tür intikam almaktır."
Orhan Pamuk
"Bence yalnızca bizi bıçaklayan ve yaralayan türden kitaplar okumalıyız."
Franz Kafka
"Anlatmamak ahlaksızlıktır."
Albert Camus
"Edebiyat ödülleri vermek, olağanüstü bir cahilliktir."
Geoffrey Grigson
"Hızlı okuma kursu sayesinde Savaş ve Barış'ı 20 dakikada okudum. Olay Rusya'da cereyen ediyor."
Woody Allen
"Kitap ödünç veren budaladır. İade eden daha büyük budaladır."
Arap Atasözü

29 Ekim 2010 Cuma

Yıldızın Parladığı Anlar


Şarkılardan bahsetmişken...
Bu akşam ev arkadaşımla Cuma gecesini evde geçiyoruz madem, bir işe yarasın dedik. Bir şey keşfedelim, bizi bir süre idare etsin dedik. Nancy Sinatra. KADIN. Bang Bang'i söyleyen bir sesi nasıl böyle es geçtim, bilemiyorum. Altın hata. Ama Nancy lügatına öyle bir şarkıdan giriş yaptık ki, şarkı bitene kadar öylece kalakaldık.

Yine bir cuma gecesiydi. Ama evde değil, Corvus'taydık. Yine aynı arkadaşımla. Fonda birden Morrisey şakımaya başladı. Bilirsiniz. Kulağınızdan içinize sıcaktan akan bir melodi devreye girince, insan o an neyle igileniyorsa ona üvey evlat muamelesi çekiveriyor. İşte o akşam da öyle olmuştu. Let Me Kiss You diyordu Morrisey.

Bu akşam hayatımızın şarkısının Nancy Sinatra versiyonuyla tanıştık. Belki de bu, hayatımızın şarkıları listesinin dönüm noktası. Dinleyin efenim. Nancy'den Let Me Kiss You hepinize gelsin. Ağzınızı şapırdatmadan dinleyin.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Albino


Bütün gece bir elimde bira şişesi, bir elimde sigara, aklımda hayalin oturduk. Etrafta birileri konuştu, durdu. "Uykun mu geldi?" dediler. Hava soğuk, dışarda sele dönüşmek üzere bir yağmur. Ama hava hala yumuşamamış. Soğuk yani. İç titriyor arkadaş. Uyku gelse de, uyumak mümkün değil yani. Ama çifter çifter. Herkes çifter. Ben uykumun geldiğini sandıklarında, sanki seni rüyamda görüyormuşçasına canlı yaşıyordum anıları. Gözümün daldığı yerdeki halı desenini, tutup senin yüzüne tamamlıyordum. Ve elbette, "Hayır, uykum gelmedi. Sadece sizi dinlemekten başka, yapacak daha eğlenceli şeyler buldum. Onları deniyorum." diyemedim. Hayatın akışı çok garip. Tom Waits söylerken fonda, hep sonbahar oluyor mesela. Seni düşünürken de burnuma deniz kokusu geliyor. Geçen bir yerde duymuştum. "İnsanın hayatındaki bütün olumsuzlukları unuttuğu an, orgazmdan sonraki 5-20 dakikadır." Aksini ispatladım. Suç ortağım olmanı dilerdim. Sevgilim.
Dinle_ Tom Waits-Green Grass

24 Ekim 2010 Pazar

Go Ask Alice


Biliyor musun? Kimse bilmiyor. Ben bile anlatabilecek kadar bilmiyorum. Ama keşke, bu kadar büyük hayalkırıklıkları yaratabilecek kadar güzel olmasaydın. Keşke beni kendinden koruyabilecek kadar güçlü olsaydın. Ve keşke ben, önceki hayatımda bir yanardağ olmasaydım.

21 Ekim 2010 Perşembe

Bella Luna

2 haftadır bununla nefes alıyorum.

http://dai.ly/9qAt9V

13 Ekim 2010 Çarşamba


Bazı anların kokusu var. Yemin ederim. Mesela ben cheap&chick kokusunu unutamam. Muhabbetiyle beni elma şekeri kıvamına getiren biriyle karşılaştığımda, o koku eser burnumun ucunda. Şekerliğim gider, elmalığım kalır. Elmanın öteki yarısı uzaktadır.

7 Ekim 2010 Perşembe

Homo Prisoners


Elleri vardı. Adet sancısı çekerken belime masaj yapan elleri. Şimdi o ellerin tüfek tutuyor olması... Bilemiyorum. Devlet dediğimiz şeyin bizi birleştirmek için oluşturulduğu yalanına daha fazla gözlerimi yumamıyorum.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Hangover Olamayan Ezik


bu sarhoşken yazdığım ilk yazı olsun tamam mı? son olur mu bilmem ki bence olmasın. Sarhoşken yazmak konuşmaktan daha mantıklı, çünkü insanın sarhoş oluncaa dili şişiyor. Kelimeler damağa sürtünüyor. Gidip yatsam daha makbul dimi? Ne yatması yahu? Sarılmadıktan sonra, iyi geceler diyemedikten sonra ne yatması? Ucuz yollu insanları severim, tıpkı benim gibi. Mesela ben bu akşam 6 liraya sarhoş oldum. Bypass diye bi yer var sakarya caddesinde. Bu gece odtülü uçak mühendislerinin gecesiydi. önce Rock' Roll ile başladık, sonra punk ile bitirdik. Garip olansa Rock'n Roll çalanların öğrenci, Punk çalanların hoca olmasıydı. Odtü'yü ayrı bir derya olarak tanımlarım hep zaten.
Şuan tek derdim sevdiceğimin askerde olması. Askerleri hiç sevmem zaten. Onlar sevdiceğimin bıyıklarını kestiler. hiç acımadılar. kestiler.
Şarkımız Marlyn Manson'dan gelsin. Sweet Dreams.

Not: Aslında ben en çok, kışın gelmesini hiç istemeyen çocukları özlüyorum. Üşümek. Birlikte. Yanıma kıvrılsınlar. Hiç dinleyemediğim masalları anlatırım ben onlara.

1 Ekim 2010 Cuma


"ayrılırsak bir daha tanışamaycağız asla
ayrılık yabancılaşmanın mat rengidir.
nasılsınız...diye ince bir tülle örteceğiz
camlarımızı. Gazete kağıtlarıyla kaplayacağız
ellerimizi. Eskiyeceğiz sevgilim. Ekşiyeceğiz!"

26 Eylül 2010 Pazar

Michael Jackson'ın Ölmesi Gibi Bişey


*Bıyık sevmenin neresi itici anlamıyorum. Bıyık mis. Bıyık güzel. Bıyık fantastik.
*Cemal Süreya imzasını dövme yaptırmanın bir tek benim aklıma gelmiş olmasına inanamıyorum. Dahice bir imza. Yatayı el yazısıyla Cemal Süreya, dik hali ağzında sigara olan bir adam yüzü. Bunu farkedememiş olmalarına inanamıyorum.
*Korku filmlerine anlam veremiyorum. İnsanların neresine hitap ettiğini, sanatla ilişkisini çözemiyorum.
*Zaman kaybetmenin ne kadar kolay bişey olduğunu yeni öğrendim. Zaten ben yanağımdaki gamzeyi de 23 yaşımda farketmiştim. Hatta burnumun yamuk olduğunu öğrendiğimde 22 yaşımdaydım. Bir başkası söylemişti.
*Tatilin bitmesi, yapacak hiçbir şey olmayınca hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu durumda benim tatilim nerede başlayıp nerede son buluyor?
*Annemden çok, anne olmayı özlüyorum. Kaçtığım gerçek, bir ayna parçasıyla çılgın yerlerimi kesiyor.

Dinle_Bliss/Wish you were here

18 Eylül 2010 Cumartesi

CigaretteBurns*


...ve bazen, kelimeler utanır diye anlatamıyorum. Eksikliği yüze vurmak bizim buralarda etik bulunmaz. Ama bir sigarayla halloluyor işte. Çakmağın tütüne verdiği o ilk alevdeki çıt sesi, bebeğin kıçındaki şaplak oluyor. Ağlıyor cümle. Anasını ağlatıyor.


Dinle_This will destroy you/ They move on tracks of never-ending light

10 Eylül 2010 Cuma

Süreya gelmiş, Cemal'i çağırın.


"Ve içimde gezerim ucu sivri bir bıçakla
Söylesem size söylerim ey ipini kendi gerenler
Kedere kederle, ağrıya ağrıyla karşı çıkarım."

demiş Cansever. Ki üzülmenin fotoğrafı çekilse, cenin pozisyonunda bir yaratık görürüz fonda. Önde sessizlik. Kulak patlatan bir sessizlik. Sizin hiç, söyleyecek bir cümlenizin olmadığı durumlarda çalan bir telefonunuz oldu mu? Ki ben gürültüde kaçırdım bütün çağrılarımı.

Bize fazla olmalı bunca gerçeklik. Ama en çok umut edenler üzülüyor. Umut iyi gün dostu gibi. Hiç olmaması daha iyi, fakat yokluğuyla yüzleşebilecek kadar gerçek değiliz. Terimler çok içiçe girdi. Sahi, ben aslında ne anlatıcaktım? Cemaaaal gelmiyorsun!

7 Eylül 2010 Salı


yalnızdım. şarkılara beni kurtarmaları için yalvardığım günleri yaşıyordum. doğum günüm gelip geçmişti. kutlanmaması için başka bir şehre kaçmıştım. evet itiraf ediyorum, sonrasında gerçekleşmesi için yanıp tutuşacağım bir ihtimalden de kaçmıştım. mütemadiyen kusuyordum. mütemadiyen susuyordum. mütemadiyen sınırda yaşıyordum. her şeyin en acısını seviyordum. çiğ köftenin yanında bile acı biber turşusu yiyordum. dünyanın en çirkin adamına kur yapıyordum. sonra gidip kusuyordum. bana yararı dokunabilecek her şeyin adını unutmuştum. sonra bi şey çıktı karşıma. ama adını söyleyemem. çünkü biri şöyle demiş: "en iyi arkadaşından bile sakladığın bir şarkı varsa müzik cidden senin hayatında önemlidir." müzik hayatımda önemli olduğundan falan değil, o an en iyi arkadaşımın kim olduğunu unuttuğumdan. unutamadığıma odaklandığımdan.

sonra saçlarım yandı işte.

Dinle_Portishead-Roads (bu şarkı o şarkı değil ki.)

6 Eylül 2010 Pazartesi


Bazı dostluklar bizlere sunulmuş yeryüzü cennetidir. Ve onlara sahip çıkmak da ibadetimiz.

5 Eylül 2010 Pazar

Durmak: Zamanın gövde kazanması


sana mektup yazacaktım, her akşam olduğu gibi. Harflerle doldurabiliyorum atmadığın adımları, elden ne gelir. Ben her zaman paylaşmadığım güzellikleri yoktan sayardım da şimdi paylaşmak "seninle" olunca değere bindi. Hani demiştim ya vakti zamanında, "Seni düşününce sakat kalıyorum." diye. Şimdi de seni düşününce yaşamadığımı varsayıyorum. Döndüğünde beni yeniden doğur istiyorum.

Dinle_Lamb/Gabriel

1 Eylül 2010 Çarşamba

Delikanlılar vs. Bacılar


"güçlerimizi birleştirirsek daha özgür olabiliriz."

Biraz önce size "sevgi"nin tanımını yaptım. Benzetemediniz değil mi? Çünkü seven kıskanır, seven kırar, kırılır, seven yaralar, incitir ve hepsi sevdiğindendir. Ve keşke sadece bunun için "İki Ayaklı" diye çağırsaydım sizi. Tabularınız çok parlak. Gözünüzü alıyor. Gözünüzü seveyim(!).

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ve Sonra Msd "Yaz!" Dedi.


hayaline sığmaz gerçeklik. sen bir balkonda kırmızı bir arabayı beklerken sokağı keşfedersin, ama bunu nerden bileceksin. bir sokak köpeğinin açlığını yatıştırma sevdasını içine çekmeyi reddedersin, ama bunu nasıl idrak edeceksin. yaşamak. dümdüz yaşamak. "Köpekler zehirlenirken, sen bembeyaz bir otelde nasıl sevişeceksin?"

28 Ağustos 2010 Cumartesi


"İnsanların birbirlerine âşıkken gündelik hayatlarına devam etmelerini anlayamıyordum. Böylesi bir hareket bana ihanet gibi geliyordu. Kötü sahnelenmiş bir piyes gibi. Sanki bir insana değil de, bir koltuğa aşık olunuyormuş gibi!"

Size hiç, sonradan delirenlerin bende afrodizyak etkisi yarattığından bahsetmiş miydim?

20 Ağustos 2010 Cuma

Love is Like a Torturer That I Need.


kalktım gittim. tuttum yakasından, sarstım. Dedim "kendini nerde unuttuğunun farkında mısın? farkındasın da neden gelip toparlamazsın?" Dedi "gelip kendimi alsam tam mı olucaktım sanıyorsun. Öpmeyince sen, her bir parçam protez." Öpüverdim. Yetmezse diye bir de üstünü üfleyiverdim. Gel dedim. Parklarda şarkı söyleyelim. Söyledik. "Siz çılgınsınız" dediler, bilmediğimiz bir şey söyleselerdi susardık zaten. Hala söylüyoruz. Kimse bilmediğimiz bir şey söylemiyor hala diye.

Siz'li Biz'li olmayı istemezdik. Biz şarkımızı söyleyip dansımızı ederken, sesinizi çıkarmazsanız barışabiliriz.

Dinle_The Civil Wars/ Dance me to the End of Love

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Gözüme Ayıp Kaçtı Sevgilim, Hadi Kutlayalım!


sadakat ne mi? kalkıp da çoktan seçmeli ilişki mefhumları ekseninde hanım kızlarımıza civan delikanlılarımıza ders verecek değilim elbet. işim olmaz diye değil zira sahiden bu sıralar hiç işim yok.
bir gün es kaza ezelin bir bölümünün bir karesine denk geldim. özlü söz deryası bu dizimizden ben de kendime şu payı aldım.

Tefo: Sadakat başkasına sadık olmak değilmiş, sadakat kendine sadık olmakmış abi.

He işte, ben de tam onu diyordum.

15 Ağustos 2010 Pazar

Misperception


bir kalp kırma sezonuna daha hoşgeldim, hoşbulamadım. mutluluğumun birilerini böylesine üzmesi, varlığımı öyle ağırlaştırıyor ki.. benden neler beklediklerini farkettiğimde uğradığım hayalkırıklığı hissedilemeyecek kadar büyük. ve kalkıp da suçluymuşum gibi "sildim seni. bulaşma artık bana." tavırları beni cidden köpürtüyor. bir kadınla erkeğin dost olamayacağı fitnesine ne kadar sırtımı dönsem de, hormonlar var beyin damarlarını tıkamasına engel olamadığım hormonlar. büyümek bir de bu açıdan acı, kirletici, suçlayıcı.

10 Ağustos 2010 Salı

Motto: Impossible is Nothing!


bazen Tanrı göz kırpıyor. oluyor böyle şeyler. ki ne güzel!

19 Temmuz 2010 Pazartesi


dalınca boğuluyorum. uzaklara. nolur yakın kalın.

2 Temmuz 2010 Cuma

?

blogum en fazla 100 okuyucuya sahip olabilirmiş! o ne be? ne yani, şimdi biz böyle kilitlendik mi? bu işin bi hal çaresini bilen, lütfen bana bi adım beri.

oturmak ağır geliyor. yürümekse beteri. her eve dönüşte, karşılaşamamızın tecrübesi gelip pencereme konuyor. dışarı bakmak boş iş. eskiden camıma çiçek koyardın, ve bazen ben gelmeden yatağıma oturur, beni bekler, kapıyı sen açardın. bilseydim. bunların bir kez yaşanmışlığının ne tür bir vazgeçilemezlik yaratacağını bilseydim...yine yapardım.

"ve sen bir gün çıkar gelirsin diye, çok şeyin adı küçük yazıldı."

aklım almıyor. içim hep taşma sevdasında. "şimdi seni görsem, kendimi bir yerden hatırlar ama asla çıkaramam." bana yaptığın bu. banyoda şampuanın kalmış. atamıyorum. her şeyini tereddütsüz ellerimle parçaladım. ama onu atamıyorum. çünkü sen kördün ve öldün. artık badem gözlü olabilirsin.

ama yürümek ağır. yabancı gözlerle karşılaşıp başı öne eğmek ağır. bu şehirden gidememek ağır. bunu kimseye anlatamamak ağır. bir barda oturmuş ağlarken, şefkat dolu gözlerle karşılaşmak ağır. Napıyorsun ki sen? neden hala ölmüyorsun ki? halbuki düşlerimde fırlattığım bütün bıçaklar saplanmıştı.

acıyla beslenen ölmezdi, unutmuşum. ben ölemiyorum sırf senin yüzünden. sen de O'nun yüzünden. Peki ya, yaşadığımın farkında mısın?
Yann Tiersen-Elizabeth Fraser/ Mary

1 Temmuz 2010 Perşembe

bumerang

şarap içmeyi öğrendim. 2 tane dudak değmemiş süperötesi kadehim için. çünkübazeneşyalarımdanbaşkahiçbirşeyesahipolmadığımıfarkediyorum.
bir şeyler yapmam lazım.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Yoğun


"olanca kapısı açık olanların
dışına bile hırsız girmez."

bugün yolda ayaklarım birbirine dolandı, yanımda birisi olsaydı gülerdik ne güzel.
akşam olsun diye bekledim güne başlamak için, baktım dolapta ne Bailey's ne bira.
müziğin sesini açtım, sarıldık sonra. Sarıldıkça üşüyor insan. Gözü, duvardaki tek kişilik gölgeye takıldıkça.

üzülmez mi insan?! alıp karnımda taşısam dediğinin başkasına titreyen yüreğini görür de üzülmez mi?! kendini hep onu affederken yakalar da üzülmez mi?! her gece ölüme yatıp da, sabah ölmediğini görür de üzülmez mi?!

"Bunca yıl sırtımda bunca insan taşıdım.
Üstümü yaşamak bildiler, altımı ölüm.
Oysa ben, aldatan çizgimin kesinliğinde
Çoğunun üstümde öldüğünü gördüm."

19 Haziran 2010 Cumartesi

1+é=1


çok ağlayınca bulanan mide de ne böyle?
kusarken susmak zorunda kalmak da ne?
trajedimi iğrençleştirmesene pis.
oysaki ben çok romantik anlar yaşıyor oluyorum genelde.
tek başımayken asilim, öyle sanıyorum yani.
duvarlarıma rezil etmesene.
üstelik fonda Ane Brun, To Let Myself Go diye şakırken.
nasıl buncasını yarıda bırakıp çıkabilirim.
İçim, sana söylüyorum.
taşmak istiyorsun anlıyorum.
ama yanlış seçimlerde bulunuyorsun.
kriterin klozetlere kadar düşmemeli.

18 Haziran 2010 Cuma

Ben de mi Sezar?


neden yazamıyorum diye düşündüm uzunca. ve hatta yazamamamın sebeplerine binaen bişeyler karalayasım tuttu da olmadı. sonra cevabı bilgisayarımın ekranındaki yegane sayfada buldum. ben bu adamı okurken uçuşa geçiyorum. inancımı yeniliyorum. sanki an itibariyle kelimelerle oynaşmaya başlıyorum da gıdıklanmaktan öleyazıyorum.
kitabı çıksa da satırların altını çizerken sayfaları yırtsak, ve gidip yenisini alsak.
Mustafa Selçuk Dönmez/http://felluka.blogspot.com/

-Serdar ortaçgiller'i her gün küfürle besleyen yanım, bu adamın kafasını okşuyor bu gece- Soner Sarıkabadayı/Pas

6 Haziran 2010 Pazar


başka türlü olmalıydı. Bambaşka. Ben. Hak. Etme.
"Benim söylemek için çırpındığım gecelerde siz yoktunuz."

Neden onları en çok, yoklarken seviyorum?!
Korkuyorum. Kendimden çok korkuyorum. Kendimi sevmek için yok olmayı bekliyorum.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Cobweb


40 yıl düşünmedim hayır. Ama düşünseydim yine de aklıma gelmezdi: bir gün, duvara fırlattığım cam kütlesinden kendimi nasıl koruyacağımı öğreneceğim, etrafı temizlerken o cam kırıntılarının nerelerde saklandığını bileceğim. Tecrübe dediğin, kabuk tutmuş bir yaradır arkadaş. O yarayı gördükçe neyi sakınacağını hatırlasın. Unutma lüksünü yırta yırta alır elinden. Bu sabah uyandığımda ayaklarım kesilmiş olmayacak. Bir daha bu hiç yaşanmayacak. Bu da bambaşka bir acı.
Dilimden düşmeyen: Fatih Erdemci-Ben ölmeden önce

28 Mayıs 2010 Cuma

DüşeYazan


“Günün en dik açılı saatleri.
Dolmuşlara koşuyorum, koşuyorum. Para karşılığında bana kollarını açıyorlar. Açılan camın kenarında bir yer bulabiliyorsam, yarama üflenmiş gibi seviniyorum. İçimden “bas gaza kaptan, bozulacak saç yok bende” diye sesleniyorum. Duymuyor elbette ama an itibariyle uçuşa geçiyoruz. Kulaklıklarımı takıyorum, müziğe beni öldürmesi komutunu veriyorum. Duyuyor elbette ve an itibariyle nefes alıyorum. Elimdeki kitabın sayfaları uçuşmaya başlıyor. Her sayfada ömrümden bir kesit parçalanıp küle dönüşüyor. Aklımdaki her yüz eksiklerini benim yüzümle tamamlıyor. Yüzüm bitiyor. Ellerim alev alıyor. Rüzgara bırakıyorum ellerimi, kanatmayacak harflere uçuyorlar. Sesim … sesimden hayaletler geçiyor. Her hayalet sesimden sonra akın akın ordu oluyor. Benim ırzımı es geçiyorlar. Ağzım yok, su diyorum. Su içmeli. Annem göğsünü çıkartıyor. Göğsünden çil çil altınlar dökülüyor, komşunun oğlu altınları toplayıp bir bir üstüme atıyor. Leke oluyorlar, sırtımdaki çiller oluyorlar. Korkmalıyım sanıyorum. Hiç korkmadığım için korkmaya başlıyorum. Ağlarsam uyanırım zannediyorum. Gözlerimi almışlar, bir duvara nazar boncuğu yapmışlar. Babamın kafasını el arabasında görüyorum. Ağlayamıyorum. Bildiğim duaları unutuyorum. Tanrı “Saçların yanıyor.” diyor. “Kökten mi uçtan mı?” diye soruyorum. Tezer kalemini çıkarıyor. Döşümü kalemiyle kazıyor. Müzik bitiyor. Omzumdaki el titriyor, titretiyor. Uyanıyorum. Dolmuştan iniyorum. Nefesim kesiliyor.”

Dün gece rüyamda seni gördüm. Bilinçaltımda ne tür maceralara maruz kalacağını bil istedim. Haberin yok ölüyorsun.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Kaktüs ve Teksas


Size,
bu odanın alacakaranlığından,
okyanusundan, beni boğan dalgalarından,
tenimde kalan tuzdan ve
yastıklarda kuruyan gözyaşından
hiç bahsetmedim.

Size,
Nasılsın? diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip,tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
"iyiyim"diyorum.
Yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye,
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum.

Telefonla birlikte ışığı da kapatıp
bol şanslar deyişiniz, şanslar deyişiniz, deyişiniz
çınlarken içimde,
bunun beni ne kadar kırdığından
hiç bahsetmedim.
Bahsetmediğim çok şey var aslında
yaz çiçekleri, cam çiçekleri ölüyor
akşamın altını gümüşe dönüyor
bunlar da önemli elbette
en az
bana ihaneti öğrettiğiniz
bana kanatlarımı bıraktırdığınız kadar.
Birhan Keskin

21 Mayıs 2010 Cuma

ŞenlenirdikBazen


Şenliklerin en güzel tarafı, zamanın geçişine tanık olamıycak kadar kalabalık olmaktır. Normalde burun kıvıracağın bir ezgiye kalça oynatmaktır. Onca insanın içinde "rezil olma" kaygısını şutlayıp zıvanadan çıkmaktır, birey olmanın tadına varmaktır. Şenliklerde hem efkarlanır, hem de eğlencenin dibine vurur kafa. Ertesi güne de ağır bir ağrı kalır. Ama bir daha olsa bir daha yapılır. Belki de, zevk verip de bağımlılık yapmayan yegane şeydir, evet öyledir.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

çünkü sevip de sevilenler "yaşamakla" meşguldür.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

HelloDarkness!MyOldFriend*


kafama kafama vurmasa ya. anladık havalar güzel. anladık ağaçlar çiçek çiçek. anladık güneş gözlüğü evde unutulmamalı. anladık beyaz giymek işten. anladık sevme mevsimi. anladık ellerin terlemesi umursanmaz. anladık çimler sevişgen mekanı. anladık konserler sarmaş dolaş dinlenir. anladık Bahara içilir.
anlatamadım. her şey bu kadar muazzamken, bir gece Jay Jay konserinden yalnız dönersin. burnuna bir koku çalınır. kokuyu bir şeye benzetmeye çalışırsın. O'dur. onun kokusudur. hava soğur birden. çok sevdiğin birinin öldüğünü bir anda hatırlamak gibidir. sürekli kaçtığın şeyle bir anda karşılaşmak gibidir. büyük talihsizliktir, ve daima zamansız gelir. kamçılanırsın. bahar kesiklerini üfler yalnızca. o anda, o dolmuşta ağladığını kimseye anlatamazsın. baharda mutsuz olmak ayıptır.
Dinle_Emiliana Torrini/Sound of Silence

28 Nisan 2010 Çarşamba

EliSigaraTutanKadınlar2


Mlk hayatıma gireli epey oluyor da, biz nasıl böyle bir anda siyam ikizi oluverdik hiç bilemedim. bence Dido'nun gidişi ve bir tek onda olduğuna inandığım sakinleştirici etkinin yerini Mlk'nin doldurabilmesi bunda oldukça etkili falan. neyse. aslında ben çok karizmatik bir yazı yazıcaktım, çünkü Mlk cidden acayip karizmatik bir hatun. Mesela hiç ağlamaması bana hep çok çekici gelmiştir. insan, içinden Mlk'yi ağlatmak istiyor, sanki ağlatabilirse çok önemli bir insan olduğunu kanıtlayabilirmiş gibi. salakça. tabiki bu işler böyle değil, tam tersinden oluyor. Mlk bizi güldürüyor. mantıklı. bir de Mlk'nin azıcık ucundan burjuva halleri var ki, hastasıyız. örneğin kuma basmaması, bulaşıkta çatal bıçak yıkamaması gibi. böcek görünce evimizin içini dolduran o güzel serenadları da eğlencemiz oluyor işte. ama Mlk bir sigara tutar, aman yareppi! ben el fetişiyim, bunu da söyleyeyim de aradan çıksın:) Mlk'nin elleri 1.keman tutarken, 2.sigara tutarken insanı kendinden geçiresi güzellikte oluyor. alıp öpesim, böyle yağ balla nemlendiresim, bakasım geliyor. öyle güzel el görmedim ben hayatımda. cidden! bak mesela şuan içerden keman sesi geliyor. gidip izlesem ne harika olur. böyle parmakları ince ince falan off:) yok be sapığa bağlamadım, el ama yani el!
ayrıca Mlk'nin enteresan erkeksi halleri de var, evet o mükemmel ellerle PSP oynadığını iddia ediyor. şaşırıyorum. neyse gülün dikeni deyip geçiyoruz da, ya o meyhane merakına ne demeli. geçen hasan basri'ye "hasan beni pavyona götür la, bıyık falan takarım. çok merak ediyorum nolur be!" derken yakaladım. ya buna ne demeli. bazen öyle espiriler yapıyor ki, geceleri gizlice kahvehaneye gittiğinden şüpheleniyorum. ama yine de Mlk öyle bir senkron yakalamış ki, ezber bozuyor resmen. nasıl yakışıyor, kızamıyorum. ama o bana çok kızıyor. "ya gitmiycem, hem hiç bişiy bilmiyorum yine 0 çekerim sınavda. moralim bozulur, gitmiycem sınava" dediğimde ses tonu ayarı ve cümlelerindeki tutarlılıkla kendimi kıyafet seçimine doğru seyirtirken buluyorum.
elinin sigara tutmasına diyecek bir şeyim yok, hatta kurban olurum ben ona. ama o duman sakın ses tellerine zarar vermesin. bunca kalabalıkta en güzel "akşam oldu hüzünlendim ben yine" diyen bir tek onu tanıyorum.
Mlk ile en sevdiğimiz_Morrisey/Let Me Kiss You

23 Nisan 2010 Cuma

Vancouver*


çünkü özneler, nesneleri sadece yaratmakla kalmıyor aynı zamanda tüketiyor da bebeğim. yaptığın çayı içerek bitirmen gibi. adam asmaca oynarken çizdiğin çöp adamın tıpkı bana benzemesi gibi. kozlar tükenince oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun alt dudağının sarkması gibi.
hani Palahniuk bizi tembihlemişti: "Aman gençler, sahip olduklarınız size sahip olmasın!". nasıl olucak ki o? bunun dövüşmeden yapıldığı başka bir yöntem var mı? sevişerek olabilir diyerek denedik, iyice boka sardık. bazen insan hayvanlar kadar kaygısız olabilmeyi düşlüyor. düşleyen insanlar tanıdım, hepimizden daha insandılar. vallahi.
mesela ben yeni bir şarkı keşfettiğimde, onun öncesinde dinlemeden adım dahi atamadığım şarkıları düşünüp çok içleniyorum. o an cami avlusundaki kötü karakter oluyorum, adalete teslim olduğumu hayal ediyorum. ama cezayı o şarkıları öksüz ve yetim bıraktığım için değil, iğrenç sesimle biriciklerimin ırzına geçtim diye kesiyorlar.
işte böyle güzelim. bir de yağmur yağsaydı daha iyiydi. şemsiyelerimizi gezmeye çıkarır, sonra çarpışır, iki laflardık. çok olağanüstü gibi olurdu. ama sonra "Bir daha görüşelim." demezdik. işte o zaman cidden olağaüstü olurdu. mesela diyelim günlerden pazartesiydi, yağmur yağıyordu. her yağmurlu pazartesilerde birbirimizi hatırlardık, ta ki bundan daha olağanüstüsü anılarımızı sabote edene kadar. bu işler öyle ani oluyor ki, arada açık kalan bi kapı bile kalmıyor. inan ki, içimiz hiç cereyan yapmıyor.
öyle işte lanet olası. hadi kalk şimdi, annene bir bardak su ver. çünkü özneliğini kutsayan bir tek o var.
Dinle_Jeff Buckley-I Want Someone Badly

21 Nisan 2010 Çarşamba

NeverThoughtYouFuckWithMyBrain!


hani sen Almanya'ya giderken annen "ordan birini bul, tak koluna kızım. ne yapıcaksın dönüp de. burda sefalet var, çile var. hee insan da var ama değersizliğin anlamı olmak için var." derken, senle ben böyle şaşkın gözlerle annene bakmıştık, hatırlıyorsun. işte ben bugün o şaşkınlığımı yitirdim Dido. iyi ki burda değilsin, yoksa sabah kalktığında 7 genç kıza 100 herifin! tecavüz ettiğini ve bu haberi dışarıya sızdıranlara Siirt valisinin dava açacağını söylediğini öğrenirdin. akşam haberlerde bir öğretmenin sözünü kestiği için bir öğrencisini ayaklarının altında ezmekle cezalandırdığını izlerdin. moralin yerine gelsin diye süslenip içmeye gittiğinde mekanda poponu cimcikleyen adamı döverdin. iyi ki burda değilsin Dido. inancımız, metanetimiz böyle lime lime olurken, zaten beyninde filizlenen o isyan tomurcukları tamamen yeşerir ve seni toprağın altına doğru çekerdi. senin tepkilerin zaten "İnanamıyorum yaa!"'dan çok ötedeydi. artık eşitiz. ben de bugün atlattım o safhayı. ateşsiz, dumansız kıyametler yaşıyoruz her gün. bunu bir de bize Mahalle Baskısı diye yutturuyorlar. kaybolan ahlakın-etiğin ortasında biz özgürlükten bahsediyoruz. "Ar değiliz,Mal değiliz,Zar değiliz." dediğimizde "Hani bize yok mu?" karşılığı alıyoruz. bu eşit şartlar altında sürdürülen bir hayat değil. herkes beyniyle düşünseydi, belki bir nebze eşitliğe yaklaşabilirdik.
iyi ki burda değilsin Dido. çünkü burda eyvallah almak için hayvanlarla aynı muameleyi görmeye eyvallah çekmek gerekiyor. ben ne mi yapıyorum? canım çok sıkılıyor. sinirleniyorum. böyle bilimum sonuç doğurmayan faaliyetlerden bana arta kalansa bir demet küfür, bir miktar nefret, ve bolca öfkeli gözyaşı. boğazımda kalan öğünlerim de cabası. aklıma gelense şu: İnsanseverler derneği kuralım. en azından kimi hangi sıfatla sevdiğimizi biliriz. birbirimizi öyle kayıralım ki, o "pipisi elinde gezenler" bize özenip başkalarına kaymaktan vazgeçsinler.
iyi ki burda değilsin Dido. ben komple bozuldum. ve ne mutlu ki, sen bunu görmüyorsun.

20 Nisan 2010 Salı

EliSigaraTutanKadınlar1


bu sabah uyandım. kulaklarımda bir ses uğuldadı:
"Duuuu ölümün yavaş ve sancılı olacaaaakk!"
huuuww çok etkileyici. bir sigara daha yaktım.
Joe Nichols: She only smokes when she drinks and everybody knows she always drinks.

16 Nisan 2010 Cuma

ÇaylarınŞirkettenOlmadığıMaceralar*


"Öğrendik ki gidenin nerede olduğunu düşünmek saçmalıktır. Öğrendik ki hayallerin yıkılması, hayallarin kurulmasından daha ucuza maloluyor. Tapona hücum ettik ve henüz gençken, kurulmamış hayalleri yıktık. Yıkılan hayallerin altında kaldık. Kuramayacağımız hayallerin altına yattık. Dedim ya: Topluma yararlı yalnızlıklar yaşadık. Hepsi bu!"
küçükİskender-Underground Otopark

bugünlerde hep alıntılıyorum. Bugün yatağımın altına saklanmış bir cam kırığı buldum. Sonuncuydu. Ve bugün bir çiçek aldım, ne ilk ne de sondu. Elde kalan her zaman fazlası oluyor. İnanın!
Dinle_Demir Demirkan/Resim

13 Nisan 2010 Salı

MayDay


"bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılır jospi, bir: ayrılıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranan medeniler, bir: atlarına davranan barbarlar..."
Birhan Keskin

medenilik zor çünkü, insan olmak kadar. içimdeki hayvanla, her gece rüyalarımda ne kafalar uçurduğumu neyseki kimseler bilmiyor.
Dinle_Mutsuz Punk/Yasemin Mori(bu kadın hakkında da yazı yazabilirim! o kadar yani.)

31 Mart 2010 Çarşamba

TheOxygen


ben ki: bir fincan kahve ve bir paket sigarayla efkarı dizlerinin üzerine çöktürür, sonra güneş doğarken seni de alır sokaklarda koşarım. yaparım! iyiki sen beni Tanrı'nın yarattığı tek kadın sanıyorsun, yoksa ne bütün gece susarak ayık kalabilir, ne de gecenin sabahında üşenmeksizin oyunlar oynayabilirdik. fazlasına ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum, ben senin susan halinle bile yetinebiliyorum. ahh bir de yağmur yağarken şemsiyeni açmasan da ben tek başıma ıslanmasam, işte o zaman ben de seni Tanrı'nın yarattığı en korkusuz erkek sanabilirdim. ama yavaştan inanıyorum. bizde herkesin kabul edebileceği bir olağanüstülük var. düşünsene, sen beni bulduğunda ben durduğum yerde kanıyordum. önce geldin, üstümü başımı düzelttin. ardından "Merhaba" dedin. ve başladı. "tutup kaldırdın bu kutsal ekmeği düştüğü yerden" resmen. bir tarafından yırtılmamış bir sırrın ne önemi var ki, dimi?! ve yeni şarkılar biriktiriyorum, anımızın fon müziği olacak şarkılar, hatırlamaya zaman bırakmadan yaşanacak anlar. huzurlandıracak.
sen ki: şölensin. her sabah Günaydınla kutladığım.
Dinle_Ezginin Günlüğü-Papatya

26 Mart 2010 Cuma

İçimdekiPalahniuk


her mevzuya cuk diye oturan bir şiir ezberlemişim, öyle ki etrafımdakilerin bu şiire "temcit pilavı" muamelesi göstermesi an meselesi. burda da yazayım da kimseler eksik kalmasın.

"Yaşamak birgün uyanmaktır,
Bir gün birdenbire yalnız kalmaktır.
Yaşamak alışmalardan sonra
Alıştığın her şeyle savaşmaktır."

vakti zamanında bir dergide bir yazım çıkmıştı, yazımın sonunu da bu şiirle bağlamıştım. nedense bu dörtlük benim için bisiklet sürmek gibi, unutulamaz ve bir refleks gibi, akla geldiğinde içerde tutulamaz. hele de şu son günlerimi, alışkanlıklarımla savaştığım günleri, düşünecek olursam dilim başka cümleler kursa illaki riyaya girerdi. kendimi inkar etmek isterken delice, boyuma kadar tutarlılığa battım anne! kötü olan şu ki, ben uzun zaman önce "Kendiyle Savaşan" bu yeni jenerasyona dahil olmayacağıma dair büyük büyük laflar etmiştim. büyük işler peşinde olacaktım sözde, tek derdi "kendi" olanları sevemezdim. umarım bu evrimimin son halkasıdır, umarım bir sabah "bir şey" olarak uyanabilirim.

bitirirken:
aşırı yaşama sevgisinden,
ümit ve korkudan kurtularak,
tanrılara, her ne iseler onlar
kısaca bir şükran sunarız
ki hiçbir yaşam sonsuza dek sürmez;
ki ölüler asla dirilmez;
ki en yorgun ırmak bile
güvenle denize döner bir yerde.
(Martin Eden'den)
Winamp'ın rastgele seçtiği: Enigma-The Same Parents

22 Mart 2010 Pazartesi

YalnızGezeninDüşleri (J.J.R.)


*Günaydın demezsem ÖLÜRÜM. "insan neyle yaşar?" sorusuna cevabım budur: GÜNAYDIN. günümün kahramanıdır, günaydın'ımın sahibi. ona kahvaltı bile hazırlayabilirim ve masada çay da varsa, söylediği her şeye inanabilirim. hele bir de gülümserse, kalan son sigaramı ona ikram edebilirim. her şey yapılabilir bir GÜNAYDINla. derin derin nefes almak, oksijenle kafayı bulmak mesela.

*"seni her şeyle tersten oranlıyorum ve senle ilgili her sonuca ancak öyle ulaşabiliyorum. ezber bozansın. dışarda tuhaf olan, senin yanında nasıl da olağan. güldüğünde makyajın akıyor. nasıl yapıyorsun anlatsana." diyen. Ne farkeder, artık ne sıfatlara önem veriyorum, ne de sıfatımın makyajına.

*akşam olsun hele. yaşamaya alışık yanım o vakiit uyanacak. dilime bir şarkı takılacak. üşenmiycem. sırf akustiği iyi diye duşa giricem. ve hatta ayna buğulanacak. bense bunu farketmeden giyinip çıkmış olucam. döndüğümde bakıcam Günaydın diyecek birileri var mı, illa ki olucak. Günaydın demeye uyuycam.

*kırmadan kırılmayı becericem. deniyorum, arada oluyor.
Dinle_Sandi Thom/ I Wish I Was A Punk Rocker With Flowers In My Hair

21 Mart 2010 Pazar

KeepMeTheWay I Am.


kontrolünü yitiriyorum. çok güzel şeyler oluyor. çok kötü şeyler oluyor. kahkahalar atıyorum. hıçkırarak uyuyakalıyorum. kendimden çok şüpheleniyorum. hep bir yerlerde aradığım "terslik", tohumumdaymış da gözümden mi kaçmış?! ama hepsinde hep aynı tat, paydaları eşitlenebilir. çok büyük rakamlara da gerek yok. ulaşılamazla işim olmadı hiç, öyle olduğunu farkettiğimde hemen toz oldum, kendimi en çok öyle zamanlarda sevdim. ama şimdi böyle sanki yeni doğmuş gibi, hiç yememiş, içmemiş gibi, hiç bahar görmemiş gibi, taze gibi, mis gibi. sanki böyle daha iyi gibi. sevdimdi daha da çok sevebilirim, dimi?!
Dimi'si mi kalmış canım. eşikten öteye adım atmak yeter, kaldı ki içeri hiç teşrif etmediğimi hesap edecek olursak, ohooo... "kontrolsüzce" bütün kelimelerime zarf iken. başım aklımdan azıcık feragat etsin, rahatlasın bünye. yenilesin. mis.
Dinle_Jay Jay Johanson-Believe in Us( 29 Nisan Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüsüne teşrif ederler. ahh Tanrım!)