28 Mayıs 2010 Cuma

DüşeYazan


“Günün en dik açılı saatleri.
Dolmuşlara koşuyorum, koşuyorum. Para karşılığında bana kollarını açıyorlar. Açılan camın kenarında bir yer bulabiliyorsam, yarama üflenmiş gibi seviniyorum. İçimden “bas gaza kaptan, bozulacak saç yok bende” diye sesleniyorum. Duymuyor elbette ama an itibariyle uçuşa geçiyoruz. Kulaklıklarımı takıyorum, müziğe beni öldürmesi komutunu veriyorum. Duyuyor elbette ve an itibariyle nefes alıyorum. Elimdeki kitabın sayfaları uçuşmaya başlıyor. Her sayfada ömrümden bir kesit parçalanıp küle dönüşüyor. Aklımdaki her yüz eksiklerini benim yüzümle tamamlıyor. Yüzüm bitiyor. Ellerim alev alıyor. Rüzgara bırakıyorum ellerimi, kanatmayacak harflere uçuyorlar. Sesim … sesimden hayaletler geçiyor. Her hayalet sesimden sonra akın akın ordu oluyor. Benim ırzımı es geçiyorlar. Ağzım yok, su diyorum. Su içmeli. Annem göğsünü çıkartıyor. Göğsünden çil çil altınlar dökülüyor, komşunun oğlu altınları toplayıp bir bir üstüme atıyor. Leke oluyorlar, sırtımdaki çiller oluyorlar. Korkmalıyım sanıyorum. Hiç korkmadığım için korkmaya başlıyorum. Ağlarsam uyanırım zannediyorum. Gözlerimi almışlar, bir duvara nazar boncuğu yapmışlar. Babamın kafasını el arabasında görüyorum. Ağlayamıyorum. Bildiğim duaları unutuyorum. Tanrı “Saçların yanıyor.” diyor. “Kökten mi uçtan mı?” diye soruyorum. Tezer kalemini çıkarıyor. Döşümü kalemiyle kazıyor. Müzik bitiyor. Omzumdaki el titriyor, titretiyor. Uyanıyorum. Dolmuştan iniyorum. Nefesim kesiliyor.”

Dün gece rüyamda seni gördüm. Bilinçaltımda ne tür maceralara maruz kalacağını bil istedim. Haberin yok ölüyorsun.

Hiç yorum yok: