31 Aralık 2009 Perşembe

100 Numero


bizim evde tuvalet defteri var. evet yanlış duymadınız, gerçekten var! türkün aklı ya zıçarken ya kaçarken demişler, bizim de bu çalışmada çıkış noktamız bu oldu, bence iyi oldu. defterdeki "makaleler" asla teorik değil, gayet pratiktir. esinlenme kaynakları: klozet, tuvalet kağıdı, havlu çekmecesi, duşakabin, lavabo, şampuan fln...
defterimizin yazılma çalışmaları henüz tamamlanmadı, hele bi bitsin evin Hükümetli kadını olaraktan sansür uyguluycam. arkada bi bahçe var, bence gömmek için uygundur.
not: Yılbaşı zımbırtısıyla ilgili fikirlerimi oraya yazmayı uygun gördüm, bknz.

29 Aralık 2009 Salı

ÖmrümüzeBaharGeldi de BizMiAşıkOlmadık?!


böyle sarı sarı yapraklar vardı yerde, sonra ağaçlar; bazısı kırmızı, bazısı sarı-mor-pembe, bazısı sırf yeşil,yemyeşil. gök de sadece mavi. dedim noluyo yahu, nereye geldik, herkesin karakterinde bi yavşaklık. bitse de gitsek kıvamında herkes. dedim "arkadaş bi anlat nedir mevzu?"
dedi "bahar geldi a dostum, sen yoksa aşksız mı durursun?"
dedim "o zaman şarkı söylemek lazım avaz avaz"
dedi "avazın çıktığı kadar Bahar!"

Gelse de, sevsek. börtüyü böceği falan. dikkatimiz dağılsa, görmesek yamukluğu, hayat bi bize güzel olsa, bi de "canın sağolsun be abla" diyen o mendilci kıza.

26 Aralık 2009 Cumartesi

H.T.'den Nağmeler


75'lik ego, 40 kişi önünde nasıl tatmin edilir, onu anlatıcam şimdi size.
Ders: Ottoman Diplomacy
Egosuna Tatmin Arayan: Emekli Diplomat H.T.
Mevzu: Hayat Dersi, Türkçe Yazma, Konuşma ve Türkçeyi Kullanma Dersi, Sınav Sonuçları

Hayat Dersi başlığı altında
-"Ben 10 yaşımdan beri hiçbir operayı kaçırmadım. İşte bu şekilde yurt dışında önemli yerlerde konuşabiliyosunuz. Orda size Aşk-ı Memnu'yu sormuyorlar, opera soruyorlar. Her operaya gitmeniz lazım."
Sınav sonuçları başlığı altında
-“85 almışsın ama 80 de olabilir demişim.”
-“1. ve 2. soru çok iyi, güzel yazmışsın. İkisine de tam numara.”
-“85 almışsın ama 90 da olabilir demişim.”
-“Türkçen çok düzgün, çok iyi yazmışsın. 30 üzerinden 40 verdim.”
-“Evrim sana 1. soruyu en iyi cevaplandıran Çocuk demişim.”
-“Ankara kolejinden miydin sen İpek? Hmm, evet benim okulumdan. Çok iyi not almışsın zaten. 90!”
Türkçe yazma,konuşma ve Türkçeyi kullanma başlığı altında
(Kitap okuyun Türkçeniz berbat dedikten sonra.)
-“Bunun yanlışlığını gördü ve bunu başlattı.”
-“Metternich’in liderliğindeki olan ülkeler….”
-İlk defa olarak bir Osmanlı Padişahının kendi valisinden yardım alarak isyan bastırması ve parçalanmanın başlangıcı.”


Bir tanesi var ki, ben asıl ona hayranım:
-“Çocuklar tarafsız olun, objektif düşünün. Mesela Cumhuriyet gazetesi okuyun! Kimler benim geçen haftaki Cumhuriyet’te çıkan yazımı okudu? Kimse okumadı mı?! Olmaz, Cumhuriyet okuyacaksınız, ben kimin için yazıyorum? Sizin için yazıyorum.”

23 Aralık 2009 Çarşamba

Zaman Siler HerŞeyi. .


şarkı öyle dedi, sildiğim-silindiğim de oldu.
yapar mı ki bi kıyak yine?
siler mi?

22 Aralık 2009 Salı

Vasiyetimdir, Beni The Crawl'ı söylerek Gömsünler.


sırt çevirmek istemiyorum,
uzanmak istiyorum boylu boyunca,
annesinin karnından çıkmamasına engel olunmamış bir cenin kıvamında.
anlaşılmayan cümleler kurmak istemiyorum,
uzun uzun susmak istiyorum,
kim ki duk'a ilham olacak bir sessizlik.
uyumak istemiyorum,
sevdiğim kitapları,filmleri,şarkıları tazelemek,
ömrümün kalanını ikiye katlamak.
tamamlamak-tamamlanmak istemiyorum,
boşluklarda kaybolmak istiyorum,
balıklar gibi aynı turu sanki yenidenmiş gibi atmak.
artık öğrenmek, bilmek istemiyorum,
hafif hissedeceğim bi cahilliğim kalsın istiyorum,
anlamadan, anlam yüklemeden, öylesine.
farklı seçenekler istemiyorum,
her şeyden bir tane olsun,
Havva'nın Ademi gibi, eşsiz.
artık duvarlara dalıp gitmek istemiyorum,
boş bakışlarımı da kabullenicek bir varlık,
hep varolucağını bildiğim bir nefes,
gerektiğinde suni teneffüsünü benden sakınmayacak,
neden diye sormayacak,
nedenlerimi anlamadan hak verebilecek,
"sevme"yi sil baştan öğretebilecek,
uyanmayı yaşamaktan sayacak,
yaşamayı hazmettirecek bir nefes olsun.
İstiyorum.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Anlam Kaygısızları


8 kadının olduğu bol alkollü bir ortam. mevzuya 2 bosnalı hatun da dahil. yapılan her türlü tarzanca tanımlamanın nedeni Elma&Aida'dır.

-Waterly Yemek (Melek)
-Bizim oranın Serdar Ortaç'ına mı benziyo bu adam? (Duygu)
-Gökten sapır sapır herif yağacaaakk=) (Hepsi)
- Sembolik yani symbolic. (Melek Elma'ya anlatır)
-Ama ben acemiyim hop diyorum olmuyo. (Melek)
-Olmadı açtırırız sana bi bölüm Melek. (Güya bölüm başkanı Melek'e böyle demiş.)
-Şu göt soruyo, şurası da cevaplıyo. (Şişe çevirmecede şişenin Elif tarafında rencide edilmesi)
-Describe it! (Ece)
-I was used to (Elif)
-Ohh my god desene. (Aida, Elma'ya söyler.)
-You are sick my motherfucker. ( Elma Melek'e söyler, ki bu en sevdiğimdir:))
-Freukenzie...yok yaa o almancaydı, biri ingilizcesini söylesin. (Ece)

yazarın notu: keşke muhabbetimiz daha yakın olsa da daha komiklerini yazabilsem blog! gerçi sayfanın açılışına içerik uyarısı ekledim ama mevzu bahis bi tek ben değilim ki, özneler var, konuya hakim özneler:*

20 Aralık 2009 Pazar

104.


..."Ne yaparsak yapalım, gerçeklikte olup bitenler bizim her türlü düşümüzü, düşlememizi, yapıntımızı fersah fersah geride bırakıyor. Ne ki, biz artık ölenlerden, yitenlerden, kanlı peltelere çevrilenlerden yana değil, öldürenlerden, alıp götürüverenlerden, dövüp dağıtanlardan yana düşünüp yaşar hale geldiğimiz için, ne uydursak bu işleri gerçekten yapanların yanında yaya kalıyoruz. Öldürülen, yiten, dağıtılan olarak herhangi bir korunma, savunma, karşı koyma kaygısı içimizden geçmiyor. Böyle bir şey düşümüze girecek olsa uyanıyoruz."
***
"Bunları yazmakla çıldırmaktan kurtulunur mu?"

Bilge Karasu/Gece

C.S.'den sonra en sevdiğim erkek. Belki de C.S.'den bile çok. Evet evet, daha çok!

19 Aralık 2009 Cumartesi

PureReal


sabah uyanırsın, sanki kaşlarının üzerinde üçer parmak bastırıyor allah bastırıyor. göz kapaklarında öyle bir ağrı, boynunun arkasında ağır bir kütle asılı gibi... ama hepsinden kötüsü su içememek. mide özsuyun dahi seni terketmişken, dilini damağından kurtarmak için gerekli olan tükürükten bile yoksunken su içememek...her defasında "bi daha asla bu kadar çok içmiycem!" diyip de akşama doğru herşey normale dönerken su içmenin verdiği huzurla oda-tuvalet arasında mekik dokurken, ama hala yediğine içtiğine potansiyel sabotajcı gibi davranırken yılbaşının yaklaştığını öğrenmek...yılbaşında içilir mi? içilmeli mi? bilmem. ilk içkimi bi yılbaşında içmiştim hatırlıyorum. 8 yaşındaydım. babam elindeki çay bardağında duran rakıyı bana doğru uzatıp "iç bak, çok tatlı" demişti. her zaman olduğu gibi yine ilk önce kokladım. içmem dedim, iğrenç dedim. yok dedi, iç bak nasıl ağzından kayıcak dedi. gaza geldim, öyleki gözlerim acıdan yaşarmış olmasa kadehi yere atar, bi show bile sergileyebilirdim. ağzımdaki tadı yok etmek için masada ne varsa hepsinden bolca yediğimi hatırlıyorum. o zaman da demiştim "Bi daha asla!"
bu "Bi daha asla!"yı sigarada da yapmıştım. başlamadan evvel, sırf elimdeki duruşu hoşuma gidiyo diye içime çekmeden dumanı gözü kör edercesine havaya salarken, arkadaşım geldi "sigaraya yazık ediyosun, ya içmeyi öğren yada hiç ziyan etme" dedi. gaza geldim. öyleki dumanı içime çektiğimde hayatım gözümün önünden film şeridi gibi geçmeseydi ağzımdan halkalar bile çıkarabilirdim. nefes alamadığımı, gözlerimden t-shirt'ümün yakaasını ıslatacak kadar yaş geldiğini hatırlıyorum. o zaman da demiştim "Bi daha asla!"
bir zamanların "Asla"larının şimdinin vazgeçilemeyenleri olduğunu da gördük. bunu da gördük. heyy gidinin zamanları; biz ne yeşildik, ne kırmızıydık, ne ferahtık. şimdi sarıyız, griyiz, bulanığız.

Dinle_Ane Brun/ToLetMyselfGo

16 Aralık 2009 Çarşamba

I've tasted blood and I want more!


bu da böyle biter geçer işte. ne olaylı oldu gelişim, bazen dedim acaba gelmese miydim? dönüşüm muhteşem olsun o yüzden. düşün ki sıkıntıya tabii olmak için nice nedenler var ellerimde, gelgör ki vakit yok. ondan diyorum: insan dediğin kendini oyalamalı, yüzleşmeyi ne kadar erteler, hafızasını ne kadar törpülerse o kadar iyi! o yüzden para diye bişey var, parayı kazanmak var, harcamak var, sonra yine kazanmak var: insanın kendinden kaçması için. diğer yanda Engels'in de bi sözü var: insan emeğinin karşılığını aldığında kendini keşfeder.(yada buna yakın bişey)

HakanGünday'ın Piç'i var şimdi elimde. mesela okuduklarımı unutmak için şimdi kimbilir kaç sınava girip çıkmam, kaç tartışmaya-düelloya katılmam, kaç hayat gailesini sırtlanmam gerekecek. bu da bir soru işareti. diyorum ki: insan en çok sevmek zorunda olduklarından nefret eder. bi baba en çok Piç olan oğlundan, bi anne en çok Yetim olan kızından nefret eder.

istanbul dediğin bu aralar gri hava, yapraktan yol, yeşil deniz, ahmak ıslatan yağmur demek. istiklal hala aynı, gidip gelmelik. markiz'e içim acıyoo, o güzelim 19. yüzyıl duvar kağıtlarının üzerinde fastfood reklamları görmeye dayanamıyorum...ama her gelişimde de durumu nedir diye bakmadan geçemiyorum. bu şehrin kokusu başka. beni çeken de buymuş, 22. sene bitip 23'e girerken anladım.

insan kendi gürültüsünde boğulmasın. plan-program yapsın insan dediğin. dört duvara kapanmasın. yanında "olucak be Amele, hepsi olucak." diyen biri olsun. dinleyip de anlıyomuş gibi duran bi çift göz olsun. anlamasın ama. sakın anlamasın, bu lanete bulaşmasın.___o anlamayanlara öyle özeniyorum ki, doğduklarındaki o "Tabula Rasa" hallerinden bişeyler kalmış en azından geriye. ben kirlettim sayfayı. ben pek olmamışım, beni yapamamışsın Tanrım.

5 Aralık 2009 Cumartesi

SaatlerUzunGünlerKısa


şimdi sen beni sevmezsin de. dersin "bak kuşlar da göçüyor, her şeyin mevsimi var. benim çekip gitme mevsimim geldi." dersin dersin, bilirim. ama dönmelerin mevsimi olmaz mı? yook, olmaz. dönmek için sine lazım. eyvallah lazım. merhaba lazım. yok ki.
şimdi sen beni bilmezsin de. acı acı bakarım yüzüne, çaktırmam ama. içten acır, dıştan şekerli. bi sigara yakarım "keyif" dersin, keyfe kedere kadeh tokuştururuz, bilmezsin. bunca zamanlık yakınlık, bir dokunmayla titremeye dönüşür, farketmezsin.
şimdi sen beni anlamazsın da. çook önceden sana ait olan cümleleri şimdi ben sana kurarım, yüzeysel der, geçersin. çocuktuk, yaptık bir hata dersin. derim: büyüdükse kirlenmedik, gel bari yanyana temiz duralım. sen gözlerini süzersin. elin uzanır, heyecanlanırım. tam ben tutacakken, yanımdakinin eli elinde. havada kalan elimle saçını düzeltirim, heveslenmemiş gibi olsun diye. size özenmemiş gibi olsun.
şimdi sen bana yakın ne varsa onlara yakın, bir bana uzak...

...şimdi sen gidiyorsun yaa, hiçbir şey Senden öte, Beterden beri olmayacak.

1 Aralık 2009 Salı

Hurt


yaşlanıyorum artık. dizimdeki kabuk tutmuş yara bana kırgınlıklarımı hatırlatıyor. kabuğu kaldırıyorum, yaranın izi geçmiyor allah geçmiyor...
Dinle_johnny cash/hurt

26 Kasım 2009 Perşembe

Alıntı*


-"En çok hayran olduğum insanlar, iyi konuşabilen insanlardı. Şimdiyse iyi konuşan ve fakat susabilen insanlara hayranım."
Yapı Kredi'nin kurucusu Kazım Taşkent
_"Hızlı okuma kursu sayesinde Svaş ve Barış'ı 20 dakikada okudum. Olay Rusya'da cereyan ediyor."
Woody Allen
-"Rozetsiz insanlar olmalı, kendi renkleriyle tanınan."
Salih Turan
-"Her şiir, okuru için
Define haritasıdır;
Define sandığından
Kendi cesedi çıkar."
küçükİskender
-"Kadınların aptal olduğunu inkar etmiyorum; Tanrı onları erkeklerle eşit olmak üzere yarattı."
George Eliot nam yazar Mary Ann Evans
-"Yazmak yaşanmayan hayattan bir çeşit intikam almaktır."
Orhan Pamuk
-"Özgürlük heykelinden bile daha özgürüm. Çünkü onun bile gözden kaçan bir kaidesi var."
küçükİskender
-"Öyle bir yerin düşünü gördüm ki: İnsanlar, sabah uyandıklarında hayatta olduklarını farkedip, günaydın demeden önce birbirlerini öpüyorlardı."
küçükİskender
-"Hiçbir söz gördüklerimizin tamamını anlatmaya yetmez."
J. Berger
-"Kendime çarpsam düşerim."
Duygu Sevimli

21 Kasım 2009 Cumartesi

Velvet Goldmine


yazmak bu aralar günümün modası değil sanırım, ki moda insanın kendine yakışanı giymesiyse bu durum makbulüm. çok konuşmak ve dinlemek bünyemde dejenerasyona ulaştı. kelimelerimi bu kadar hoyratça kullanmak beni en çok "ayna" karşısında tüketiyor. kendime "susuyorum". içsesimi bir yerlerde unuttum, küsmüş konuşmuyor artık benle. odamda sessiz çığlıkların tırnak izleri, her sabah biri siliniyor, gündüzden geceye akıyor. çünkü ben artık geceleri uyuyorum!

AlakayaMaydonoz:Velvet Goldmine, you stroke me like the rain
Snake it, take it, panther princess you must stay
Velvet Goldmine, naked on your chain
I'll be your king volcano right for you again and again
My Velvet Goldmine

16 Kasım 2009 Pazartesi

Yaşasın Kötülük!


Aaa... Bayram değil enişte
Aaa... Öptürmeyeceğim oh işte.

Siz hiç barış olmasın diyen duydunuz mu?
Sevgiden söz etmeyeni buldunuz mu?
Bu kelimeler ne güzel, ne tatlı şeyler,
Siz kalben dezenfekte oldunuz mu?

Yemezler, yemezler, ona öyle demezler,
Daha bu bir şey değil, bunlar iyi günler
Bal gibide yürür lafla peynir gemisi,
Yürümeyeni öpe öpe yürütürler.

Ağzıma acı biber sürün benim,
Sürmezseniz daha söylerim;
Çatlarım söylemezsem,
Vakitsiz ölürüm.

Tersini söylersek belki de olur yüzü,
Biz dağıtmazsak dağıtacaklar sürümüzü
Dizildik sıra sıra, uygun adım bölük bölük
Sıkıldık iyilikten yaşasın kötülük.

Aaa... Bayram değil en işte
Aaa...Öptürmeyeceğim oh işte.

Siz kendi içinizi hiç temizlediniz mi?
Sizde sizden kaç tane var, izlediniz mi?
Korunmatik, savunmatik birer makineyiz,
Siz makinenin ruhuyla yüzleştiniz mi?

Peace Studies dersinde Mustafa Aydın'ın dersle ilgili notlarında bir dipnota baktım ki ne göreyim, bu şarkıdan bir alıntı! ilk kıtayı alıp olduğu gibi yazmış. nedense içimde Barış Çalışmalarına olan bi sevgi kabardı! Her zaman böyle eğlenceli midir? olsun!

11 Kasım 2009 Çarşamba

YouMaySay I Am A Dreamer,But I AmNotTheOnlyOne!


iki sesimiz olmalı şimdi.
biri aşka açılmalı,biri dövüşe.
biri uzaklardan bir kadını çağırır gibi,değmediğin bir tenin ısısını hisseder gibi usul olmalı,özlemle kısılmalı,umutla fısıldamalı.
anlatmalı.
hayata ve aşka dair konuşmalı,hem şaşkın çocuk gözleri gibi saf olmalı hem yosma akşamlar gibi edepsizliklere doğru karamalı.
öyle bir ses olmalı ki,duyan yaşamak ve sevişmek için titremeli.
iki ses gerek bize şimdi.
biri bir gece baskınında ovulu uyandırır gibi, çıplak kılıçların üstüne çırılçıplak yürür gibi gür olmalı,yiğitçe yükselmeli,öfkeyle tütmeli.
haykırmalı.
ölüme ve kavgaya dair konuşmalı.
'hayır' diye dikilmeli,'despotlara karşıyım,doğarken de karşıydım ölürken de karşı olacağım,tanklarınızı ve toplarınızı istemiyorum,darbelerinize baş eğmeyeceğim,siz korkuttukça korkumu daha derinlere gömeceğim.'
üniformalarıyla ya da cüppeleriyle gelip silahlarını gösterdiklerinde,öyle bir ses olmalı ki,gülümsemeli,bir sırtlan sürüsü gördüğünde gülümseyen bir aslan gibi gülümsemeli.
öyle bir ses olmalı ki kükremeli.
baş kaldırmalı.
'eğilin' diyenlere,'esas siz eğilin'diye cevap vermeli.
hep bir sabaha karşı,alacakaranlığın içinden iri gölgeleriyle gelenleri,gene gelmek istediklerinde öyle bir ses olmalı ki, içinden çıktıkları karanlığa geri göndermeli.öyle bir ses olmalı ki,korkanları,çocuğunu okşar gibi okşayıp korkma demeli.
malraux'nun o muhteşem pasajını okumalı.
çan kay şek'in orduları yakaladıkları solcuları,bütün insafsızlıklarıyla lokomotif kazanlarına diri diri atarak yakarken,yanındaki arkadaşına,cebinden çıkarttığı siyanür hapını uzatıp'sen bunu yut,sen dayanamazsın'diyen delikanlıyı anlatmalı.
'yanmaktansa korkunuz,ben size cebimdeki siyanür hapını veririm'demeli.
güç karşısında eğilip bükülen,yalanlar söyleyen,yaltaklanan bütün o alçakların inadına,öyle bir ses olmalı ki 'olmaz' diye yükselmeli.
hep birlikte'olmaz'derseniz,gerçekten de olmaz,bir ses bunu söylemeli.
öyle bir ses olmalı ki,korkanlar,ne zaman ellerini bir kadın bacağına uzatsalar,'sen bir korkaksın' diyen o sesi duymalı.
öyle bir ses olmalı ki, korkuyla çekilen,susan kadınlar,ne zaman dudaklarına bir erkek dudağı uzansa,'sen erkeğini ve çocuğunun geleceğini sattın'diyen o sesle irkilmeli.
şimdi bize iki ses gerekli.
biri yılda bir kez açan bir kar çiçeği gibi her gece aynı heyecanla açmalı,derin bir yara gibi soyunmalı,rüzgarda kırılan bir mum alevi gibi kırılmalı.
biri kale kapıları gibi kapanmalı,en ağır zırhlılarını kuşanmalı,fırtınalarda bile sarsılmamalı.
bizim iki sesimiz olmalı.
biri aşka açılmalı,biri dövüşe.
biri sere serpe bir sevişmeye çağırmalı,biri börkünün kenarı kürklü bir savaşçı gibi bir savaş çığlığı atmalı.kendisine kazdırılan mezarının başında kurşuna dizilen Lorca'yla onu kurşuna dizdiren General Franco arasında yapmak zorunda kalacağımız bir seçimde,kimi seçeceğimizi soran bir ses olmalı biri.
Beatrice'in güzelliğini anlatmak için Dante'den ödünç alınan bir ses olmalı diğeri.
hayata ve dövüşe açmalıyız kapılarımızı.geliyorlar çünkü.
kapılarımızı kapamaya geliyorlar.kendi hayatımızı bize zindan yapmaya geliyorlar.
mekkareleri,mehterleri,dalkavuklarıyla geliyorlar.sizi ezmek,sizi bir korkak,bir kalleş,bir sefil.bir satılmış,bir alçak yapmak için geliyorlar.
kirli bir kum gibi akıp gidecek geleceğiniz elinizden.
seviştiğinizde,ezilmiş üzüm salkımları gibi sevişecek,sokaklara çıktığınızda,lekeli çarşaflar gibi dolaşacaksınız.
size Lorca'yı tekrar öldürtecekler,Nazım'ı bir daha öldürtecekler,Ahmet Arif'i bir daha öldürtecekler.
cellat yamakları gibi koparılmış kelleler taşıyacaksınız ellerinizde.
bir mezbaha gibi kan kokacaksınız.
geliyorlar çünkü.
iki sesimiz olmalı şimdi.
biri sümbül kokmalı,biri çelik gibi ışımalı.
biri kırlara açılmalı,biri burçlara tırmanmalı.
biri hayatı alabildiğince kucaklamalı,biri yaşayabilmek için gerekirse ölümü göze alabilmeli.
biri cilveyle sokulmalı sevdiğine,istekli bir ten gibi sevdayla yakamozlanmalı.
biri,gemi direği gibi dik olmalı,öfkeyle yanmalı.
zor günlerde bizim iki sesimiz olmalı.
ve zor günler bu günler.
sesi çıkması gereken birçok insanın sesini kaybettiği günler.
korkakların,kendi korkularını bulaşıcı bir hastalık gibi yaymak istedikleri günler.
alçakların,hayatın karanlığından kendilerine bir kese altın kapmak için karanlığın tellallığını yaptıkları günler.
bizim iki sesimiz olmalı şimdi.biri aşka açılmalı,biri dövüşe.
biri şefkatle çağırmalı insanları aydınlığa,biri karanlığı isteyenlere karşı çıkıp isyanla haykırmalı.biri,gazap üzümlerindeki kadın gibi süt dolu memeleriyle aç bir adamı emzirmeli,biri,umut romanındaki çılgın cumhuriyetçiler gibi,sokağın başını tutan faşistlerin topunun üstüne,bir kamyona binip canlı bir el bombası gibi bindirmeli.
biri hayatın güzelliğini anlatmalı,biri hayatı yaşayabilmek için dövüşmek gerektiğini söylemeli.
sevinçlerden hiç vazgeçmemeli biri.
şarkılarını,şiirlerini söylemeli.
bütün şairleri,hayatın o gül kokulu damarlarını,tek tek dolaşmalı.
çiçekçilerin önünde uzun uzun çiçeklere bakmalı.
sabahın seherinde,vakti saçlarından yakalayıp günü dudaklarından öpmeli.
çocukların başlarını okşamalı,gençlere gülümsemeli.
dostları hatırlamalı.
hiç vazgeçmemeli.
diğeri herşeyden vazgeçmeye hazır olmalı.
öfkesiyle beslemeli kendini.
hayatları için hayattan vazgeçenlerin hayatlarını okumalı.çocuklarının geleceğini kendine emanet olduğunu bilmeli.
silahlara gözlerini dikip kirpiklerini bile oynatmadan bakmalı.
lokomotif kazanlarına atılmadan önce dostlara verilecek bir adet siyanür hapını iç cebinde saklamalı.
isyanın türkülerini dolaştırmalı dilinde.
bizim iki sesimiz olmalı bu zor günlerde.
biri sevdiğine 'evet' diye fısıldamalı,biri despotlara 'hayır' diye naralanmalı.
zor günler bunlar.
korkakların sesini kaybettiği günler.
bizim iki sesimiz olmalı.
biri aşka açılmalı,biri dövüşe.
AhmetAltan

6 Kasım 2009 Cuma

ElaGözlerimTeninizinEnDerinlerineGitti


şu şiirleri okudukça "sevme yeti"mden şüpheye düşüyorum!
okudukça şu şiirleri "sevme"ye daha bir inanıyorum!
şiirleri okudukça şu "sevme", bütün karaparçalarında yürürlüğe giriyor!

"anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiçbir otobüs durağı kalmasın
biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen

biz gelince bir yağmur başlar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karatma biter
akasyalar köpürür birdenbire
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleri

bir arkadaş evine uğrarız yolüstü
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
başını sessizce omzuma koyarsın
gülüreyhan olur soluğun
biz kalırız kuşlar dönüp gelir
her balkonda bir menekşe sesi

belki yeniden güzelleştiririz
adları değiştirilen parkları
perdeleri hiç açılmayan evlerde
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur
tanıdık sevinçler dolar yeniden
kendi sesini kemiren alanlar

anısı biz olalım bu sokakların
ve hiç durmadan yağmur yağsın
biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın yine
gidersek birlikte gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen"

Ahmet Telli
(1946)

Dinle_Zülfü Livaneli/Nefesin Nefesime

4 Kasım 2009 Çarşamba

Aforizmalar


*"Herhangi bir kitabın 69. sayfasını aç ve oku. O sayfayı benimsersen kitabı al."
Marshall Mcluhan
*Çocuklar kimliklerini bulmak için okumazlar. Suçluluk duygusundan kurtulmak, isyankarlığa susamışlıklarını bastırmak ve yanlızlıktan kurtulmak için okumazlar. çocuklar, bir kitap can sıkıcıysa, utanmadan ve korkmadan esnerler. Sevdikleri yazarın insanlıı kurtarmasını beklemezler. Genç oldukları için yazarın bunu beceremeyeceğini bilirler. Ancak yetişkinlerin böyle çocuksu hayalleri bulunur."
Isaac Bashevis Singer
*"Türk Genci: Birinci kata çıkmak için, yedinci kattaki asansörü zemine çağırıp bekleyen kişi.
Enis Batur
*"Yıl 1727: İbrahim Müteferrika matbaayı kurdu.
Yıl 2005: Kitabın ne işe yaradığı bulunamadı."
küçük İskender
*"Vatandaş, Yere Tükürene/ Yasak Dinlemeyene/ Herkesin Rahatını Bozana/ Saygısızlıkların Her Türlüsüne Aldırmazlık Etme-Saygısızlıkla Savaş Derneği"
"Ev Kadını, Reçel ve Şurup Hazırla."
80. yılında Cumhuriyet'i Afişleyen Adam-İhap Hulusi
*"Anılar eksik yaşamların izdüşümleridir."
Güven Turan
*"-Prensip: Uygar insanın yamyamıdır.
-Bir insan treni kaçırırsa başka bir tren gelir onu alır. Bir ulus treni kaçırırsa başka bir ulus gelir onu alır.
-Sürüden ayrlan koyunu kurt kapar. Ayrılmayanı da keserler."
Özdemir Asaf/ Yuvarlağın Köşelerinden
*"-İki bahar arasında tutulmuş bir dilektir yaz.
-Hayatınızın bir hayal ürünü olduğunu daima iddia edin.
-Seni son defa uyarıyorum kainat! Bana benden başka yanlış yapma sakın!"
küçük İskender
*"-Çirkin olmayan kadın güzel değildir.
-Aile yaşamı, özel yaşama bir tecavüzdür.
-Bu kadar çok okumamaya, bunca zamanı nereden buluyorum?
-Sansür görevlsinin anladığı taşlamalar haklı olarak yasaklanıyor."
Karl Kraus

30 Ekim 2009 Cuma

HiçbirSesGördüklerimizinTümüEtmez!


-insanlar garip garip bakıyorlar. yabancı olan ben değilim, hayır! yıkılmak üzere olan bir binanın yakınından geçmiyor kimse, penceresinden içeri bakıyorum diye çocuklar beni gösteriyor.
-garip: turistler neden gecekondu sokaklarına uğramazlar ve yalınayak çocukların fotoğrafını "hatıra" niyetine çekmezler? halbuki onlar hepimizin yoksulluğu, yokluğumuzun vücut almış hali. yeni aldığım her ayakkabıyı ilk giyişimde o "çocuklar"ı özlerim. olsalar da üşüsek!
-"sevmek" ne zamandan beri bu kadar tekil oldu? çoğaldıkça yalnızlaşanlara bakıyorum da hep kendimi görüyorum. utanıyorum! ya bu zaman yanlış zaman, ya ben kendine dahi baş kaldıramayan!
-"sıkılmak"ın kökü "sıkmak" değil mi? işteşine kurban!

28 Ekim 2009 Çarşamba


bugüne kadar biri bana mektup atsın diye uğraştım, durdum. hatta biriyle mektup arkadaşı bile oldum (bknz: Yihuu yazısı) meğersem bu mektup arkadaşlığı tek taraflıymış! ben yazarmışım, karşıdaki okurmuş! bu ne ilk ne de son hayalkırıklığım. sadece ismimi yazsalar bile yeter halbuki, neymiş "senin yazdıkların çok güzeldi, ama ben senin kadar iyi yazamıyorum. o yüzden bırak hatrımızda güzel kalsın"mış. bu "kusura bakma, telefon, bilgisayar varken mektupla uğraşamam"ın kibarcası, ben dahi biliyorum. saydım; bugüne kadar toplamda 47 sayfalık mektuplar yazıp yazıp yollamışım. ama 22 yıllık ömrümde 1 sayfa dahi bir şey yazıp da gönderen olmadı. isterdim. olsundu. napalımdı. hayattı. yanlış zamandı.

26 Ekim 2009 Pazartesi

OkumaklaCahillikGider,EşşeklikBakiKalır!


bir rektör düşünün, kafası paradan ve zor kullanmaktan başka bişeye basmayan. polis çağırmış okula: "Yetişin dostlaaar, öğrenciler bana karşı geliyorlar, dediklerimi anlamıyorlar. Yasak diyorum, Hak diyorlar. Susun diyorum, Özgürlük diyorlar. ben anlatamadım, gelin siz benim dilimi onlara anlatın." vee coplu 1000 adet polis gelir kampüse, rap rap sesleriyle. ellerinde bir de bombalar var. öksüre öksüre ağlatanlardan. pimini çekip herkesi sustururlar. bir polis bıçaklanır. diğerleri de "ya aynısı bizim başımıza da gelirse." deyip yer misin yemez misin mevzusuna dalar. coplar havada uçuşur. eee "elindeki gücü kötüye kullanmanın" kanunu nedir? kısas-a kısas. bir öğrenci ölmekten beter edilir. ve 68 öğrenci göstere göstere gözaltına alınır, aynı oranda da yaralı.
şimdi Şiddetin ne illet bir bela olduğunu insan-i açıdan az buçuk bilen bir İNSAN olarak soruyorum: bir Rektörün öğrencileri planladıkları eylemden(ve üstelik bu sadece basit bir izinsiz stand açma işi. propaganda unsuru kullanılsa bile sessizce olur ki, bu zaten her türlü yapılabilir.)vazgeçmeleri için Polisi kullanması meşru mudur? polisin bir eyleme şiddetiyle birlikte dahil olması için aktif bir propagandanın olması gerekmez mi? bulunulan alan öğrencilerin yaşam ve faaliyet alanıyken Rektör'ün şiddete böyle davetiye çıkarması nasıl bir iyi niyet olabilir? Rektör kimi kimden koruyor? şatosunun en üst katında yüksek güvenlik önlemleriyle bulunması korkularını dindirmiyor mu? atraksiyon mu istiyor sayın Rektör? bi önerim var: polislerle kankadır zaten kendisi, istesin bi göz yaşartıcı bomba. atsın evinin içine. bak nasıl atraksion oluyor! o kadar güzel ki, böyle ordan oraya koşuyorsun heyecandan, derin derin nefes almaya çalışyorsun, ohh hayat ne güzel!!! denemeli Rektör!

24 Ekim 2009 Cumartesi

TomorrowNeverComesUntil It'sTooLate.


yarın güzel bi gün olucak....yarın güzel bi gün...yarın güzel bi...yarın güzel...yarın.
eyc'e yarın iyiki doğdun diycez. aslında eyc yarın doğmadı, erken olucak azcık, ama biliyorum eyc yeniden doğucak. doğmalı!
ben de doğmalıyım. küllerimden doğmalıyım hem de! zira bu yoğunluk kıvılcımlar çıkarıyor uykusuz gözlerimden. uyumadan rüya görmeli, uyumadan adapte olabilmeli, uyumadan uyumuş, uykusunu almış olabilmeliyim. imkansızı başarabilmeliyim. farkettim de yeniden doğmak, Ben olmamak demek sanırım. Tanrım! beni kendi hayatımın figüranı olmaktan kurtarır mısın???

12 Ekim 2009 Pazartesi

AnkaradaAileOlmak


bana Yakın durun hep. nefes aldığınızı duyayım ki, nefes almak daha kolay olsun.

9 Ekim 2009 Cuma

BazenNeYaparsanYapOlmuyorBazen


bi şey eksik. böyle şekersiz kek gibi, yavan. sürekli bi şeyleri unnuttuğunu sanma hissi, eve dönmek neden bu kadar çekici?! kendimi en çok ben çürütür oldum, bahanelerime bir antitez sürüveriyorum aniden, düşünmeksizin mantıklı. sanki uykumda çalışıyorum dersime, uyanınca teksi oynayıveriyorum o kadar, heyecansız. bir yara var, pis kanını akıtmamı bekleyen. bir cevap eksik. buna dayanabilir miyim? kendime tahammülüm nerde son bulacak? akan kanı kim yalayıp, yüzüme tükürecek? kim için bunu yapabileceği kadar değerliyim?

5 Ekim 2009 Pazartesi


çok sevgili Mehmet Ali Alabora!
size burdan seslenmeyi uygun gördüm, nedenini bilmiyorum canım öyle istedi diye heralde. yaklaşık 3 yıldır size karşı özel bir ilgi besliyorum. 3 yıl önce bir sonbahar günü sizinle Cihangiir'de bir sokak arasında karşılaşmıştık. çok düşünceliydiniz, bu kadar düşünmenize binaen sanırım unuttuğunuz şeyi sonunda hatırlamış olucaksınız ki, birden geri döndünüz ve benim gittiğim yöne doğru ilerlemeye başladınız. çok hızlıydınız. ben de arkanızdan gidiyordum, niyetim takip etmek falan değildi elbet, ama yönlerimiz aynıydı. sonra Garaj İstanbul'a girdiniz. orasını da çok severim, zira 2 yıl önceki Devotchka konseri unutulmazımdır. birgün nasıl olduysa birinden Garaj İstanbul'un sizin ve babanızın katkılarınızla kurulduğunu öğrendim ve size olan ilgim işte o gün depreşti! ve geçen yıl Garaj İstanbul'da izlediğim "Bir İstanbul Portresi" adlı oyunun damağımda kalan tadını hiç unutmadım. alabildiğine eleştirel, alabildiğine aktivist, alabildiğine fırsatlar yaratan, alabildiğine alternatifler yaratan ve alabildiğine düşünmeye sevkeden işlerinizi zevkle, imrenerek, hayran kalarak takip ettim-ediyorum.
bugün bir anahaber spikeri kılığında İstanbul Bienali'nin reklamını sunuşunuzu izledim. bu yazıyı yazmak geldi içimden. size dair olan "sanat adamı" tanımlamam bu deneyimimle tamamlanmış oldu. hani bazı insanlar vardır, saçını tarasa yarının kültürüne katkıdır, siz de artık benim için öylesiniz.
bu hissin Dejavu'suna her daim maruz kalmak dileğiyle...

24 Eylül 2009 Perşembe

Sorun

bendekini de sendekini de bilmiyorum. bizdekiyse bence her anlamda artık yüzeysel kalamıycak kadar derinleşmek...belki de bu yüzden düşüyormuş hissine kapılıyorum.
çok seviyorum. boğuluyormuş gibi, bir el boğazımı sıkıyormuş gibi seviyorum. 80 yaşındaki bir nenenin titrek ellerindeki bir fincan çayı içmeye çalışması gibi seviyorum.
yapmak için yıkmak gerekirmiş. kendimi yıkmaktan başka ne yaptım ki?! o kadar yıktım da ortaya bir şey çıkaramadım. ama seni tanıdığımdan beri yıkıntılarımın her zerresi seni çok sevdi. bildiğim tek şey bu belki.

23 Eylül 2009 Çarşamba

*

Kitlesel başkaldırı mı demiştiniz?! özür dilerim, cevabını bildiğim soruları beni aldattıkları için terkettim ben.

sana gül bahçeleri vaadetmek isterdim Çocuk! kendin kadar emin olduğun apaydınlık bir gelecek vermek isterdim. demet demet sevgiler yığmak isterdim önüne, sevgiyle boğuşmanı isterdim. tutup elimle kaldırmak isterdim adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri(C.S.) lügatı senin için baştan yazmak isterdim. sevmediklerimi-sevemeyeceklerini tutup saçından atmak isterdim. seni hakeden yerler keşfedip, seninle oralara gelmek isterdim Çocuk! saçlarını beline kadar uzatıp savurabileceğin, bedenini istediğin gibi kullanabileceğin, Sen olduğun için horlanıp aşağılanmayacağın yerler keşfetmek isterdim! kendine yetebilmene imkan tanımak isterdim Çocuk! kendini sevmeni isterdim.

20 Eylül 2009 Pazar

-Mış


bugün bir gazetenin haftalık sanat ekinde adını ilk kez okuduğum yazar, edebiyatçı ve filozof Fransız Alain Finkielkraut "Akıllı Bir Yürek" kitabını çıkarmış ve bu kitapta ideal bir kütüphanede bulunması gereken 9 kitabın ismini vermiş:
*Milan Kundera-Şaka
*Vasili Grossman-Her şey Geçer
*Sebastian Haffner-Bir Almanın Hikayesi
*Albert Camus-İlk Adam
*Philip Roth-İnsan Lekesi
*Joseph Conrad-Lord Jim
*Dostoyevski-Yeraltından Notlar
*Henry James-Washington Meydanı
*Karen Blixen-Babette'nin Şöleni
etrafımda bazı hiç de şahsına münhasır olmayan kişiler arada huzuruma gelip şöyle buyururlar: "Eyy Duygu!! Bana bir kitap öner, ne okuyacağımı bilemiyorum!"
şimdi burada yukarıda yazdıklarımla aslında şu mesajı veriyorum: "okumak okumayı getirir!" (aslında mesaj kaygısı gütmüyordum, ama demek ki okumak düşünmeyi de getiriyormuş arkasında! asıl mesaj bu, çaktırma.)
elimde şuan bulunduğum şehrin sahaflarından topladığım 10 küsür kadar kitap var. listeye bide bunlar eklendi. ama yetiştiremeyecek olma sıkıntısı değil bu, başka bir şey. Bilge Karasu bile demiş: "Hiçbir zaman okunacak kitaplar listesini tam anlamıyla takip edemedim. araya başkaları girdi, birileri çıktı." ehh bize de deryada damla olmanın dayanılmaz hafifliği kalsın öyleyse.
ne okuyacağını bilemeyenlere de bir tavsiye: hiçbir şey bulamıyorsanız, gazete okuyun. dergi okuyun. o da mı olmadı? blogları okuyun. olmadı mı? takvim yapraklarını, reklam broşürlerini okuyun. rüyamda gördüm, okumayı öğrenip de unutmak çok günahmış!!! (siz ancak böyle şeylerle motive olursunuz dimi?)

17 Eylül 2009 Perşembe

BiGitLa!


neden ben? okumayacağınızı bildiğimden soruyorum, cevap hakkı doğurmıycam size, ama yine de neden ben? kaç tane olduğunuzun bile idrakini yitirdim. bi gidin yahu! beni bi benle bırakın, bakın nasıl süper ötesi bi insan olucam! bi bırakın yeter ki! bıktım usandım artık sizin beni gördüğünüz heryerde sıkıştırıp "Yaa Duygu niye böyle oluyo yaa!", "Yaa Duygu bana bi akıl ver napıcam ben bu çocukla?", "Yaa Duygu çok mutsuzum beni neden sevmiyo?", "Yaa Duygu sence bu aşk imkansız mı, hee?", "Yaa Duygu bi el atsana, onunla bi de sen konuşsana, belki derdini sana daha iyi anlatır?"....demelerinizden! gözgöze gelmek bile istemiyorum sizinle! gördüğümde derhal yolumu değiştirirken kendimi "Nolur beni görmemiş olsun, noolurr!" diye dua ederken bulmaktan nefret ediyorum! suçum ne? hayır diyememek mi? ahh siz, ne kadar da fırsatçısınız, ne kadar çıkarcısınız, ne kadar da içten bile değil gayet ayan beyan pazarlıklısınız! burda yazdıklarımı yüzünüze söylesem hiç kuşkum yok tepkiniz şu olurdu: "Aaa Duygu aşk olsun! ben kendimi sana yakın buldum, inan ki derdimi bir tek sana anlatabiliyodum. ama madem rahatsızsın eyvallah. anlatmam." der ve bi daha yolda dahi selam vermezsiniz. siz böylesiniz işte! "Naber!" der cevabını bile doğru dürüst dinlemeden yakınmaya başlarsınız! çünkü bu Duygu kişisi sizin hayatınızda derdinizi dinlemek için var olmuştur, onun yeri orasıdır, ona derdi sorulmaz, onun derdi dinlenmez, eğer olur da konuşmaya başlarsa hemen kendinizden bir örnek verirsiniz ve bu örnek bi anda konuşmanın ta kendisi olur, Duygu kişisi layığı olduğu yere kavuşur! kaldı ki Duygu kişisi hiçbir zaman böyle bir girişimde bulunmadığına göre hiç derdi yok demektir! Aaa olur mu öyle şey, siz derd-i dertlerle boğuşurken dertsiz bi insan görmeye katlanabilir misiniz, olmazz hemen size ait olanlardan bir pay da onun üzerine düşer. bu düşmeler bitmez allah bitmez!

öğlenin akşama yakın olan tarafında uyanıyorum. telefon çalıyor. yabancı bi numara. açıyorum. ağlayan bi kız: "Duyguuu ayrıldıkkk!!! Sence ölsem üzülür mü??" ben olsam üzülmezdim sevgili BeniKızOlduğumdanUtandıranŞey! uzun uzun susuyorum. uzun uzun ağlıyor. bitsin artıııkkk! "Yaa yapma ama böyle güçlü olman lazım, başkasını bulursun hem, sen güzel bi kızsın. Yarın öbür gün bunları hatırlayıp gülüceğini hayal et!" zırvaları, en çok da beni böyle saçmalamak zorunda bırakmanızdan nefret ediyorum. binlerce kişisel gelişim kitabı var, gidin alın okuyun hayrını görün naparsanız yapın! ama bi gidin ya! beni bi rahat bırakın!
gecenin sabaha yakın olan tarafında yazı yazmaya çabalıyorum. daha önce yazmadığım, ağır bi konu olsun istiyorum. sınırlarımı zorlamayı hayal ediyorum. telefon çalıyor. açıyorum. ağlayan bir erkek: "Duyguu ben onu çok seviyorum, sence o da beni seviyo mudur?" ben olsam sevmezdim. özellikle de kimseyi benim düştüğüm bu duruma düşürme diye sevmezdim seni. o kadar sıkıcı ve sığsın ki, bence sen de kendinden tez elden nefret etmelisin. tanrıya seni baştan yaratsın diye dua etmelisin!

evet çok sertim! ama ben böyle değildim, sonradan oldum.bu da nasıl bir teselliyse artık!
Muse-Stockholm Sendrome

12 Eylül 2009 Cumartesi

HatırlamayıUnuttuğumZamanlara

bir şarkı yetermiş. hiç yaşamadığım senaryolara ağlamama. baş karakteri, ezileni, zavallıyı oynamama bir şarkı yetermiş. nasıl da anlamsız! insanoğlu içini kor eden o sesi duymaya ne kadar da hevesli! melankoli bağımlılıkmış. herkes aslında aşkı hüzünde aramaktaymış.
o kapı altına atılan mektupların cevapsızlık halini düşünmemek işten değil...
o nice gururlara yenilen sevgi sözcükleri...
sonu illaki vazgeçmeye varan fiiller...
olmayan bir cümleye nokta koymamak adına uykusuz gecelerin uyduruk bahaneleri...
bir şarkı yetermiş; o saman kağıtlarının kokusunu, boğazdan karına doğru akan sıcaklığı, eline koluna ilk kez sahip oluyormuş gibi nerede duracağına karar verememeyi, ruhunun bedeninin asla gidemeyeceği yerlere gitmesini, hiç konuşmadan kekelemeyi hatırlamaya bir şarkı yetermiş...
_SeniKimlerAldı_

11 Eylül 2009 Cuma

BuEvrimDarwin'eTers


vakti zamanında, biz kapı önünde badminton-9 taş-9 aylık-ip atlamaca-ebelemece-saklanmaca-ortada kuyu var yandan geçmece oynarken, o sokak senin bu cadde benim bisiklet sürerken, sokakta küfürler öğrenip eve gelince "Anne! .... ne demek?" diye sorarken, günün en nefret ettiğimiz saatleri 20:00 iken, çünkü bu saatlerde yemek yemece ve haber programları izlemece yapılırken ve biz bitse de gitsek kıvamındayken, eve girmeden ayaklarımızı yıkarken, Kral TV'de DJ'ler varken, Barış Manço-Cem Karaca yaşarken, her akşam başka bir İnek Şaban filmini izleyerek uyuyakalırken, İkiz Kulelerin vurulmasına daha çok varken, ben haftada bir gözlüğümün camını kırarken, Baba demek Sigara İçen demekken, Anne demek Yemek Yapan demekken, alış-verişten nefret ederken, lunaparka bayılırken, Macarina en popüler şarkıyken, 3 kızdan 2'sinin belinde holilop dönerken( ve ben bunu asla beceremezken), para biriktirerek her şeyin alınabileceğini sanarken, yaşadığımız sokağı dünyanın merkezi sanarken, 30'lu yaşlardaki Annelere 40'lı yaşlardaki Babalara yaşlı derken, ayağa takılacak bir geçmişe sahip değilken henüz, hoyratça koşarken nereye olduğu farketmezken, terlemekten korkmazken, ter kokusundan gocunmazken....
o çocuklar vardı hayatımda, attıkları topla bir kez daha vurulabilmek için Anneme Babama isyan ettiğim çocuklar...boyları bana yakındı, yanakları pembeydi. bazıları beni çok severdi, evimizin önünden geçerken bisikletlerinin kornalarını çalarlardı. ben bazılarını çok severdim, onlar da beni sevsin diye her gece dua ederdim. bugün es kaza hepsiyle aynı anda karşılaştım. "Duygu'ya çocukluğunu hatırlatma günü" müydü bugün?! takvimde öyle bir şey yazmıyordu. yanakları pembe değil, dişleri sarı sigaradan. boyları da bana yakın değil, hepsi almış başını göğe doğru gitmiş. bazıları büyümüş, evlenmiş; bazıları yaşlanmış, baba olmuş. bir çoğunun ismini hatırlayamadım, geçmişime bu kadar yakın oldukları halde, bugünümden nasıl bu kadar ayrı düştüklerini anladım:
onlar geleceğin kavgasını veriyorlardı, bense hala bugünün. ben masalarında dönen muhabbete boş boş bakıyordum, onlar da elimdeki gazeteye. onlar dişiliğin evde oturarak pekiştireleceğini düşünüyordu, bense yatsı ezanı okunduğu halde evde oturmayan bir dişiydim. onlar Babalarının sözünden çıkmak için evlenmiş, söz geçirmek için Baba olmuşlardı; ben oturmuş benim yumurtamdan döllenmemiş çocuklarıma mektuplar yazıyordum. onlar "Adam ol!" diyordu, ben "İnsan ol!" diyordum.
bunları düşünürken garson sipariş almaya geldi. göğsümdeki Eros'u göstererek "Aaa dövmeniz ne kadar güzel! Maymun mu o?!" dedi.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Siyasetin Meydanı


geçtiğimiz perşembe siyaset meydanında çocuklar(!) Kürt Açılımını tartışmak üzere hazır ve nazırdılar. aklıma takılan ilk soru bu çocukların nasıl seçildiğiydi. büyük ihtimal bölgelerin başarılı okullarına talimat gönderilmiş ve okullar öğrencilerinden en başarılı olanları buraya göndermek için seçmişti, ve her birinin ellerinde konuşurken sık sık baktıkları birer kağıt vardı. orada okudukları cümleler acaba tamamen kendilerine mi aitti? kendilerine ait olsa bile bu çocukların acaba kaç tanesi o programa çıkmadan önce bu konuyla içli dışlı olmuştu? her neyse bunlar, bu programın içeriğine ve gidişatına bakılınca gayet "zerzevat" konumunda kalıyorlar zaten.
siyasetin çocuk için olanı, yada çocukla birlikte yapılanı olmaz bence. çünkü siyaset zaten başlı başına "çocukları ve kadınları" sindirmek için, onları 2.,3.,4.,... pozisyonlara atmak için üretilmiş bir ataerkil uydurması. "Bütün toplumlar bireyi yok etmek için inşaa edilmiştir." bu her daim severek kullandığım bir cümle. çocukluk, her insanın birey olabilmeyi başarabildiği yegane zamanı. ne öncesi var bu sürecin ne de sonrası...bir çocuk siyaset yapmaya itilirse, işte geçen perşembe tv'de gördüğümüz bu durum çıkar ortaya. hepsi birden öğrendiklerinin(!) "Aşırı"sı oluverirler. ki öğrenmek koca bir ömrü kapsarken, bu çocuklar bu meydanda "anne-baba-abi-akraba-komşu vs."lerinin birer kopyası haline gelirler, çünkü öğrenme süreçlerinin daha en başındalar ve henüz ulaşabildikleri sadece "kulaktan dolma bilgiler". eğer bu konu Tv'de değilde sınıflarda, evlerde, dersanelerde yani kameranın olmadığı herhangi bir yerde çocuklarla tartışılmış olsaydı, konu bir nebze olsun içten bulunabilirdi. aslında Ali Kırca'nın sadece çocukların da fikrini almak için böyle bir iş yapmak istediğinden eminim ama sonuç ne yazık ki ortada. bu memlekette "mahalle baskısı" diye bir şey var, çocuklar bu mahalle baskısının uygun gördüğü biçimde şekilleniyorlar, sonrasındaki seçimleri elbette onların "dışarıdan" öğrendikleriyle de şekilleniyor. fakat çocuk olmak aynı zamanda kahraman olmaktır. çocuk olmak aklına gelen ilk cümleyi söyleyebilmektir. çocuk olmak yanlış yapma kaygısı gütmemektir. çocuk olmak tanımlara ihtiyaç duymamaktır. çocuk olmak sadece çocuk olmaktır. bu programın fiyaskosu, tıpkı 23 Nisan'larda oraya buraya çocukları oturtup gövde gösterisi yapmanın bir tekrarı olmasından kaynaklanıyor. çocuklara fikir ve ifade özgürlüğünü onlar daha "çocukken" vermek büyüklük değildir efendiler! çünkü bilirsiniz ki bir çocuk, sadece "fikirsiz ifadeler"le ilgilenir. fikri var-mış gibi yapanlar da anne-baba-öğretmen vs.lerini taklit etmektedir.
İyi Seyirler...

5 Eylül 2009 Cumartesi

RusRuleti


bu sıkışmışlıkların içinden nasıl kurtulacağımı düşünürken buldum kendimi. çünkü ben de bir "sıkışmış sıkılmış"ım. henüz "Kendi"ni oluşturmaya çalışan bir yeni yetmeyken, "kuralları sorgulamama"yı bir kural edinmiştim. çünkü daha "kendim" değildim. olmamıştım. pişmemiştim. hamdım. soru işaretlerinin yerine virgüller koyuyor, genel-geçer cevapları ardına ekliyor, tatmin ol-muş gibi yapıyordum. ne zaman ki genel-geçer cevaplar yerine başka cevaplar da verilebildiğini öğrendim, "öteki"ni de benliğime katarak çoğalmaya karar verdim, işler büsbütün karıştı. sıkışmaya başladım. sınırlarım öyle genişledi ki, artık karaparçalarına değmeme ihtimalim imkansızdı. kabuğumun kırılmasıyla artık ben de kırmaya ve kırılmaya açıktım. "Özgürleşme"nin bedeli ağırdı. bir zamanlar, daha tam olmamışken rehber edindiğim fikirler şimdi öyle çirkin ve anlamsızdı ki, sonu taa yabancılaşmaya varabilirdi. bu yabancılaşma fikrine karşılık bir karakter, bir olmuşluk hali yaratıp kendimi orada beslemeli, büyütmeliydim. çünkü insanın her sabah uyandığı yeni bir güne devam edebilmesi için bir "şeyler"den suni teneffüs alması gerekiyor. en zoru da bunu sapkınlık noktasından beride tutabilmek.
belki kendi hayatım için bir filozof oldum, çünkü kendi öğretimi geliştirdim:
-Herkes herkese kendi kadar yakındır. Yeter ki herkes kendini tanısın.
kendi yanlışlarımı yaparak, kendi doğrularımı bulmaya başladıkça; tanımaya, anlatmaya ve anlamaya olan açlığım da günbegün arttı. bazen bir sahnede, bazen bir satırda, bazen bir melodide yada bir şarkı sözünde buldum kendimi. koşup birilerine anlattım. anladılar ve anlamadılar. tanıdılar ama anlamadılar ve anladılar ama tanımadılar. ve bazen hem tanıdılar hem anladılar.aslında hiçbir zaman amacım onlara benliğimi katmak, haklılığımı onaylatmak olmadı. anlaşılmamaya ve sıkıştırılmaya alışkındım da birinin çıkıp "Ben de sen gibi olucam!" demesi abesle iştigaldi. ehh ne de olsa bu da bir nevi "anlaşılmamak"tı. o çok sevdiğim Diyalektik Düşünce bana işte bu noktada kafa atmıştı. bana içinde cevabını barındırmadığı bir soru(n) yaratmıştı. isterseniz mazoşistlik deyin farketmez, bu "olmamışlık" halimle tekrar karşılaşmak çok hoşuma gitti. keza hala sınırlarımı genişletebilir ve sıkışmışlığımı arttırabilirdim, ve bu sayede "sıkılmışlığım"dan kurtulabilirdim. "sıkılmamış bir sıkışmışlık"tan daha ala ne olabilir ki?! sıkışmak için birilerine "temas etmek" gerektiği müddetçe...

2 Eylül 2009 Çarşamba

işteBunlarıBunlarıveBunları...


*bir kaktüsle ilgilenmekten bile aciz olup "Anne" olabileceğimi iddia etmeyi
*bir zamanlar "asla yapmam" dediğim şeyin şuan vazgeçilmez bir alışkanlığım olduğunu görmeyi
*2000 yılında tutmaya başladığım günlüğü okuyup başkasına ait bir günlüğü okuyormuş gibi utanmayı
*lisedeyken kurduğum birçok hayali hala gerçekleştirememiş olduğumu görmeyi
*kardeşime ablalıktan ziyade "kardeşlik" yaptığımı farketmeyi
*"olmazsa olmaz" dediğim şeylerden de yoksun yaşayabilmeyi
*uyku tutmayan gecelerde uzun metrajlı filmler çekerek uyumayı
*sevdiğim her şarkının melodisine adımlarımı uydurmayı
*özür dilemeyi ve sonunda illaki affedilmeyi
*bir zamanlar babama arabada cengiz kurtoğlu dinliyo diye kızarken şimdi gidip ona müslüm gürses kasedi hediye etmeyi
*inancımdaki eksikliği kabul ederken, "başım ağrıyor" diyen herkese ilk "nazar olmuşsundur" teşhisi koymayı ve hemen 10 adet tebbet suresi okumayı
*dünyanın en sıkıcı filmlerini bile sabırla sonuna kadar izleyebilmiş olmayı
*"bana bir şey söyle,inanayım" diyen herkese uzun uzun mektuplar yazmayı
*hiçbir faturayı son ödeme tarihinden evvel yatıramamış olmayı
*elektrik idaresinden elektiriğimi kesmeye gelen adamın önce kapıyı çalıp "kesiyorum bak!" demesini
*"nolur kesme,hemen yatırıcam söz" diyerek adamı ikna etmeyi
*ve bu adam elektiriği kesmeye geldiğinde evde olmayı
*evde internet yok diye arkadaşımda kalmayı
*evde su yok diye arkadaşımda kalmayı
*evde kimse yok diye arkadaşımda kalmayı
*arkadaşımı özlediğim için bizde kalsın diye yalvarmayı
*hiç çalışmadığım sınavlardan yüksek not almayı
*sınava alkollüyken girip üstün bir performans sergilemeyi
*amerikalı hocaya bi soru sorabilmek için, içimden onlarca kez aynı cümleyi tekrar etmeyi ve sorucağım vakit soruyu unutmayı
*monika levinski-bill clinton skandalıyla katrina kasırgası-george bush olayı arasında bağlantı kurup bunu bir teori gibi 50 kişinin önünde anlatabilmeyi
*hoca bana sınıfta şarkı söyleme cezası verince çıkıp PinkFloyd'dan The Wall'u söylemeyi
*okulun yarısının beni soyadımla çağırmasını
*o an elimde olan neyse onu her şeyden üstün tutmayı, kendimi ise hep içi boş bir çuvala benzetmeyi S-E-V-İ-Y-O-R-U-M.
seni de seviyorum Şahanem. çünkü sen de Şahane olmaktan vazgeçtin, ve fakat hala benimsin!
BülentOrtaçgil-Değirmenler_Dinle

31 Ağustos 2009 Pazartesi

SevimliOlmakYadaOlmamak...


başka bir seçeneğim var mı ki sanki:S bas bas bağırıyorumm: bu beden bu ruha ait değiiil!!! kim anlar. benim soyadım bile Sevimli. evet cidden öyle. bir adet Duygu Sevimli'yim ben. bu işte hiç şansım yok, artık kabullendim:/ belki de sırf bu yüzden AmeliePoulain damgasını yapıştırdım kendime. "yanlız değilim, bak benim bile filmim çekilebilirmiş meğersem." annem diyo "üzülme çocuum, sen geç yaşlanıcaksın." aaah niye be?? bi kırışırsam, görürsünüzz=))
bizim Hacettepe Tiyatro Klübünün 2007'de çıkardığı bi oyun vardı: Barut Fıçısı. orda Sevimli'nin tanımını yapmıştı bi "Hatun" kişilik. "sevimli olmak mı?? bi insan güzel değilse, çirkin değilse, iyi değilse, kötü değilse, çekici değilse, itici değilse...yani hiçbi şey değilse Sevimli'dir." aman tanrım! sanki o an bütün gözler bana çevrilmiş gibi hissettim.( bunu bir süper ego tatmini olarak görmeyin, bilmediğimbi özrüm varmış meğersem) işte bu cümle bütün Sevimli'lerin isyanlarının çıkış noktası olabilir. ama hayır benim öyle olmadı-sevimli kaldım. yanlız dipnot: bu bir tercih değildir. kardeşimin arkadaşı bile beni, bu 22 yıllık bedeni yanaklarımı sıkarak ve anlamsız sesler çıkararak seviyorsa, hayırr bu asla bir tercih değildir! öss sınavını kazandığım yıl adamın biri "hayırlı olsun kazanmışsın. LGS değil mi?" diye sormuştu. şöyle bi baktım, espri yaptı heralde yoklaması, nayır cıkk gayet ciddi. hayır dedim, ben artık üniversiteliyim:( çok çabaladım.olmadı.Sevimli'yim hala.herkes de aynı fikirde.40 yıl düşünsem "sev-mek" fiilinden türeyen bir kelimeden bu kadar nefret ediceğim aklıma gelmezdi:S
tek derdimiz bu olsun...sübaneke dinimiz amin.

28 Ağustos 2009 Cuma

http://kitapokumayavaktimvar.blogspot.com/

blogumu takip etmek istemiş geberikGelin. hoşgelmişler efenim=) sayelerinde ben de nice zamandır okumaya aç olduğum ama farkında olmadığım, belki de içten içe "yoktur ki, bulamam ki" tesellileriyle arayışımı susturmuşken buldum bu blogu. aslında O beni buldu=)
pek sevdik biz bu blogla birbirimizi...bazı kitapların isimlerini not aldım, okunacaklar listesinde. bazı "altı çizili satırlar"ı öyle beğendim öyle ki Dido'yla hemen paylaştım, bazılarını defterime yazdım, bazılarını duvarıma yazdım, bazılarını iletime...
nicelerine tanık olmak niyetiyle...

27 Ağustos 2009 Perşembe

allamYareppim


bi baktım "yokum bi müddet" demişim. niye yokum lol! sonra da dediysem vardır bi hayır girmiyim bi müddet dedim. bi baktım bu blog ne cazip, ne çekici bişey, "geeelll,geell" diyo resmen=)
*delicesine kitaplar yığıyorum etrafa. hani sıkılırsam-ki sıkılmak eksik olmaz mekanımdan- sığınacak bişiylerim olsun, elimin altında dursun diye. herkese telefon açıp "bize gel, gelirken kitap getir." diyorum. çantama bi kitap koymadan dışarı çıkmıyorum. malumunuz burasi İstanbul, trafiği pranga misali:S ama bi sayfa bile çevirmeden evime geri dönüyorum. her zaman gördüğüm o saçma sapan insan yığınına takılmayı seçiyo gözlerim. ne bela arıyorlarsa artık?! bi kaza? bi cinayet? bi kavga? bi serseri kurşun?
*pierre loti alış veriş merkezlerindeki kafelere boğulmuş, ıyyk:S bence mekan dediğin, hele de açık havada ve manzaraya karşıysa, kendini sakınmalı. öyle kafam kadar lambalarla ışıklandırıp da "ben burdayıımm!" demenin hiçbi cazibesi yok. gittik oturduk bi kahve içtik sonra yallah. insanın o yükseklikten, mezarların üstünden, hazerfen çelebi misali kanatlanıp haliçin kenarına konası gelio:S konduk. teleferikle=)
*uzaktayken küsmek zor. ama bi o kadar da kolay. ben genelde küsmem, ama barışması çok sevecen oluyo=) biri bana "bi süre görüşmeyelim" dedi. uzaktayım, istesem de görüşemem senle be insan! ama yapma! sesinden, haberinden, sağlığından, iyiliğinden mahrum bırakma! diyemedim. kendiliğinden oldu. görüştük. sevecendi kerata=)
*"biri" David Bowie'nin Rock'n Roll Suicide'yla tanıştırdı beni. ama unutmuşum dinlemeyeli. o "biri"yle iletişimimiz kopunca Rock'n Roll Suicide'ım depreşti. dedim dinleyeyim, bi sarılalım hasret giderelim. olmadı. meğer "biri" benden giderken verdiklerini de almış. bilemedim.
*Kıbrıs geldi dün=) sevindik, sarıldık, "nasılsın"larımız, "özledim"lerimiz birbirine karıştı. ordan da gürültüye...nice şeyler anlatıcaktık, karmaşada erittiler kendilerini. hamileymiş Kıbrıs:S vayy anasını, biz mi "geç"iz, Kıbrıs mı "erken"?! bilemedim.
*msn'de entellektüelitesine inandığım bi "abi"yle "bu memleketin hali nolucak be abi?" muhabbetine başlayacaktım ki, "dur kızım" dedi. "bu memlekette telefonlar dinleniyo, bilgisayar kayıtları izleniyo, sonra başbaşa konuşuruz" dedi. korkmadım. acımak, iğrenmek, nefret, sıkılmak, bunalmak, kaçmak istemek vs. hepsini aynı anda yaşadım. gittim vesikalık bi fotoğrafımı çektirdim. lazım olur belki bigün. imzamı da yeniledim. çember çizip içine bi nokta koyuyorum=) orta okuldaki edebiyat öğretmenim gibi, selamlar olsun Şenel Hocam.
*konuşmalıyız bol bol senle. anlatmalıyız. saçma olsun genelde,ki ben de saçmayımdır sevince.

yihuuuu


mektup arkadaşı buldum kendime=) ama süzmeyim galiba, kalkıp da "önce ben yazayım, sana da cevap hakkı doğsun!" dedim:S eee ben ne yazıcam şimdi?! neysee delidir ne yapsa yeridir'e sığınıp karalıycaz bişiyler, maksat karşıdakine cevap hakkı doğsun=)
bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim bilgisayar, hadi kal sağlıcakla.
yokum bi müddet.paylaşmaya değer bişeyler olursa uğrarım:*

20 Ağustos 2009 Perşembe

İstanbulYediTepeliDeğil,YediÖlümcülGünahlıŞehirdir


günahın kadrajında olabildiğince özgür davranmak, ahlakın önemsendiği toplumlarda azınlık hissini, daha önemlisi farklı bir kimliğin oluşumunu körükler. bu körüklenme, günah sayısının ve alanlarının çoğalmasıyla, karşı hareketin bu yöntemle çeşitlenmesiyle yerini tetiklemeye bırakacaktır. tetiklenen şey, yanlızlığın gurur kaynağına dönüşümüdür. günahkar, günahlarını gurur meselesi yapacaktır. felsefi kötü'nün ayrıcalığı, felsefi kötü'nün iyi'nin tezatlığından çıkışı buradadır.
küçükİskender

13 Ağustos 2009 Perşembe

Deep-Rational!


bireyin istatistiki bir sayı haline geldiğini hepimiz görüyoruz dimi?? istatistiklere göre dünyadaki insanların %90'ını kendilerinin bir kamera tarafından izlendiğini düşünüyormuş. geriye kalan %10 ise kanımca bu %90ının aptallığına gülmekle meşgul...bazen kafka gibi sabah uyandığımda böcek olasım geliyor.. ama sırtımdaki o kabuğu nasıl taşırım diye düşünüp hemen cayıyorum!!!! yabancılaşırken, neye ve kime yabancılaştığımızın bile farkında değilken,çarkın dişlisi bile olamıycağımızı kabullenmiş ordan oraya savrulurken,sistem bi anda insana kafa atıyor! " Hehehe...sen kendini ne sanıyorsun be adam...bu bok kafalı halinle kime kafa tutuyorsun!! beni yaratan kim? sen ve saz arkadaşların...familyanız aptal..genlerindeki bu aptallıkla nereye kadar gidebileceğini sanıyorsun! insansın işte ,hepsi bu!"
ne demiş bilenler:Savaşlar,muharebeler,isyanlar,boğazlaşmalar insanoğlunun galiba,insanlaşmasıyla başlayan kaderi...
sistemle,bir kafa darbesiyle başlayan bu tanışıklığımız sonunda boyun eğmeye ve kabullenmeye doğru gidiyor. elden ne gelir! sistem sadece bizim "İnsanlığımızı" tasdikliyor.istediğimiz yalanı söyleyelim kendimize-ben farklıyım,ben değiştirebilirim,beni kimse anlamıyor,ben tek başıma da yapabilirim vs.-bu yalanlar sadece gerçeğin karşısındaki ezilme duygumuzdur! işte bu gerçekle yoğrulup hamurumuza gerçeğin etimize batan sancısını da ekleyince,bir dönüşüm oluyor ister istemez...insanlıktan uzaklaşıyor insan...başka bişey oluyor...grimsi,zaten kendinden başka kimseyi ısıtmayan alevin kendini yitirmesi gibi...kadercilikten başka bişiy oluyor bu geleceğe bakış...daha somut...daha inandırıcı ve keşke bu kadar kesin olmasa dediğimiz kadar kesin! dipteyim! en az senin kadar!

WelcomeToMyFirstGoodbye!


Daha fazla Yere Daha fazla Kimseye
Ayak Basmak Dokunmak Gerek!
Sonra Kıyaslamayı Bildiklerden çıkarmak Gerek!
Öyleki Eldekiyle değil Ellerle Yetinmek Gerek!
Yazacak çok şey varsa, kağıtta yer kalemde uç kalmamışsa Unutmak Gerek!
Olunca akıldan fikir gidecek, bereket cepteyken İçses susacak Bilmek Gerek!
Gide gibi Michalengelo gibi olmak Kader mi Olgu mu sormak Gerek!
Anlayamıyorsan, soru soracak kadar bile değilsen kirpiği kısıp karanlığa ışık çarpmak Gerek!
Sonra ışığı yayıp Kapı yapmak Gerek!
Karanlığı Yutmak ve Karanlığa Yem olmak Gerek!
Buluta sormak Gerek!
Damlat beni demek Gerek!
Damladığın yeri Yeşertmek, damladığın yeri Serinletmek, damladığın ateşi Söndürmek Gerek!
Sese Muhtaç Ruha Kırbaç iken derdi kendine Basamak yapmak Gerek!
Kaybederken Keşfetmek, kaybettikçe Çoğalmak Gerek!
Biran önce yeni Eksikler bulup Tamamlamak Gerek!
22Nisan09
Şehr-i Şehir
bana sıçrama tahtası olan Shadowman'e adanmıştır!

EskiyeceğimBabaEkşiyeceğim


kuzenim sordu: Abla sence üniversitede hangi bölümde okumalıyım?? ahh diyemedim "güzel sanatlara gir, flüt çal çocuğum!" olmadı. bi baktım 4 yıl önceki bana öğüt veren babamın aynısıyım. "hukuk oku çocuğum!" ben dinlemedim elbet, nitekim babam bir hukukçu değildi..peki ben de bir hukukçu olmayarak nereme vaziyet daha 18'inde bir körpeye "hukuk oku!" diyebildim?? her yanımı sarmış gelecek kaygısı:/ garanti arıyorum buram buram. bastığım toprak varsın kaysın, ne olucak yani. onunki kaymasın istiyorum içerden, içten. kıyamıyorum. eğer birgün kalkıp bana "hepsi senin yüzünden. niye benim başımı yaktın?? niye aklımı çeldin??" diye yakınırsa "olsun çocuğum üzülme. hukukçu ol, ayağımı kaydır!" diycem. kayan ayağıma bakıp halime gülücem. "hakettin sen. bir çocuğu kendi tercihini yapma cesaretinden mahrum ettin. sen şimdi cesaretle isyanı buluşturdun. yer misin yemez misin!!"
bekliyorum o günü. alamadığım sorumluluk verdiğim ellerde taşlaşıp kafama atılsın. lütfen!

10 Ağustos 2009 Pazartesi


bu sıkıntıyı alıp naapsak ki...ne yapılır böyle bi sıkıntıyla? hep böyle olur aslında,yadırgamıyorum. geldi mi üstüste.sanki ölmemi istermişcesine.keşke bi temizlik yaparak sıkıntımı atacak kadar kaygısız olsaydım.yada bir ses duymayla,bir yüz görmeyle unutsaydım hepsini."boşver" kelimesinden nefret etmemin acısı çıkıyor şimdi.yeterince susarsam bişeyler değişirmiş gibi geliyor,öyle olunca da sıkıntı somutlaşıyor.
anlamıyorum.bu kadar "eksik" kalmak için neyi fazla yapmış olabilirim??

9 Ağustos 2009 Pazar

TheDayBeforeTheDay-Dinle!


Speeches won't be made today, clocks will carry on
flowers wont be left in parks, work will still be done

People wont be dressed in black, babies will be born
no flags will fly, the sun will rise,
but we know that you are gone

You who love to love and believed we can never give enough

It wakes me every single night, thinking through the day
did you stop at any time have doubts at any stage
were you calm or were you numb or happy just to get it done
i've lived my life without regret until today

You who love to love and believed we can never give enough

I didnt get to say goodbye the day before the day
was trying to get to work on time, thats why i turned away
and missed the most important thing you've ever tried to say
i've lived my life without regret until today

You who love to love and believed we can never give enough
and you who hoped that underneath we all felt the same
that was until the day before the day

28 Temmuz 2009 Salı

KemKüm...


bu gece bi yazı yazmadan uyumayacağım diye söz verdim kendime...keza bana ilham olabilecek ne bir müzik, ne bir söz, ne bir olgunlaşmış şart bulamadım bir türlü.olmadı dostlar. bu gece duyguya yakışmadı!

20 Temmuz 2009 Pazartesi


çok kötü şeyler oluyor bugünlerde...nedense hepsi üstüste.ayrıntıya girmemeliyim, zira 3. şahıs isimleri kullanmayı sevmem.amma velakin artık sinir dozajımı sabitlemeyi beceremiyorum,kendi kafasına göre takılıyor.o yüzden ağırdan gelin.nolurr biraz şefkatten bahsedin.unutmaktan korkuyorum!sevilmeyi anlatın mesela sevilmeyi...nasıl bişeydi?güvenli? huzurlu? sapasağlam? merhametli? yürekten? şarkılar söyleyin.böyle biri mırıldanıyormuş gibi olsun.ellerimi kulaklarımdan çekmek "isteyeyim".masal anlatın bana.bilmediklerimden olsun."O" bile uyusun.(uykusuz arkadaşım sen kendini biliyorsun:D)öyle işte.bu kızgınlık hali tüketiyor beni.vallahi kendimden soğuyorum,yoksa başka derdim yok:p

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Suna'ya...


beklenmedik bi anda,beklemedik bi yerden eski bir dost bana el salladı...ağzımda çilekli lolipop tadı,burnumda cheap&chick kokusu,gözümün önünde görüp görebileceğim en anlamlı yüz,kulaklarımda akla hayale zıt bir anlam.Suna'm dedim,miladım! Sevimli'm dedi,elmanın öteki yarısı! ne kaldı ki geriye,bütün anlamlar kendini kıyıya vurdu.bütün eylemler ötenazi istedi.ve suskunluk şöyle haykırdı:

bakışlarda küçümseyiş okuyorum
yalnızım, bedbahtım, tesellisizim.
gökler sağır, sesim boğuk
ve lanet okuyorum talihime
kıskançlıktan kuduruyorum
kiminin ikbalini
aczimden utanıyorum
hazlarım iğrendiriyor beni.
o zaman sen geliyorsun aklıma,
ve birden bire kanatlanıyorum, bir tarla kuşu gibi, mest
içim aydınlıkla doluyor, yükseliyorum yükseliyorum
neşideler söylüyorum hayata,
göklerin eşiğinden
bana ne toprağın çirkinliğinden
insanların zilletinden bana ne?
hatıran öyle sonsuz bir hazine
ve sevgin öyle büyük mutluluk ki dostum!
en mağrur hakanların tacını
hor görüyorum.
William Sheakspeare

10 Temmuz 2009 Cuma

Sally'sSong


-Sally annen çağırıyor; eve gitmelisin!
-Şimdi olmaz Caz, aşıkken eve gidemem.
-Neden?
-Hiç görmedin mi? Bizim evin girişinde "Aşıklar ve Köpekler Giremez!" yazıyor.
-İyi de girenin aşık olup olmadığını nerden anlıyorsunuz?
-Gözünden!
-Nasıl?
-Gözü arkada kalmışsa aşık demektir! Gözü arkada kalanları eve almıyoruz.
-Neden böyle bir şey yapıyorsunuz ki?
-Çünkü annem aşıkları, babam da köpekleri kıskanıyor. Annem hayatı boyunca hiç aşık olmamış, zaten buna fırsatı olmadan babamla evlenmiş. Bu yüzden evdeki her eşya ve annemin bütün kıyafetleri aşk rengindedir:Kırmızı.Bilirsin kırmızı gözü yoran bir renk. Babam da artık kırmızıdan nefret eder olmuş. O da köpekler gibi renk körü olmak istiyor. Hayattaki en büyük gayesi bu.
-Ama insanlar genelde ulaşamadıkları şeylere en azından yakın durmak istemezler mi Sally?
-Hayır Caz, kesinlikle yanılıyorsun! Mesela ben Alone'a deliler gibi aşığım. Hem onu görmek için yanıp tutuşuyorum, hem de görünce hastalıklı gibi oluyorum. Bir ipin ucunda sallanan madalyon gibiyim Caz, kendi kendimi hipnotize ediyorum. Sürekli bir gerçeklerden uzaklaşma isteği...Kendime söz geçiremiyorum. Evet onun yanında olmak istiyorum ama onun yanındayken kendi gerçekliğimi yitireceğimi biliyorum. Senin çığırtkanlığın beni ayık tutuyor,bu yüzden seni tercih ediyorum Caz.
-Peki öyleyse aşk gerçek değil midir Sally?
-Aşk gerçek ama aşık olan da, olunan da gerçek değil Caz. Diyeceksin ki "Gerçek olmayan biri tarafından yapılan bir faaliyet nasıl gerçek olur?" Bu bir paradox. İşte annem ve babam bu paradoxun içinde seçilecek en kolay yolu seçmişler: Nefret etmek. Ve şunu da sakın unutma Caz: İnsan en çok sevmek zorunda olduklarından nefret eder!



29 OCAK 09
00:19
İSTANBUL

E.V.


yine yine yine yollardayım.
belki bulurum artık diye.neyi aradığımı bilmiyorum aslında,inan olsun!
kafaya takmamamak lazım.
-bizim evin niye balkonu yok?
-apartman yöneticisi neden benden nefret ediyor?
-sigaraya yine zam gelmiş:S
-recep neden gelir gelmez beni aramadı?
-eve gidince iyice bi temizlik şart!
-eve gidince yalnız uyanıcam,hem de saat alarmı eşliğinde:S
-eve gidince kafayı sıyırmak bana müstahak!
-eve gidince korku filmi tadında geceler başlayacak!
-eve gitmek için bi müddet kıçımın üstünde oturmam şart.
kafaya takmamak lazım işte. ev dediğin nedir ki! sahiden, "ev" dediğin nedir?? yada ne değildir?? bir evin sahibesi olabilmem, ona ödediğim fiyata mı, yoksa orda geçirdiğim zamana mı bağlıdır? 1.siyse evet evim var, gelin evimi şenlendirin,yok 2.siyse ben nereye "ait"im?

28 Haziran 2009 Pazar

Neverland


uzaylı desinler.yabancı desinler.bizden değil desinler.deli desinler.bilinç üstü söylemleriyle dışlasınlar.biz bilinçaltı hallerimizle dolaşalım "kurtarılmış bölgeler"imizde.
Ayrılmayacağız.ayrılırsak bir daha tanışamayacağız çünkü asla.o ilk heyecanı başkalarına adayamayız.başkası yok ki!desinler.assınlar,kessinler,ne fark eder.gerekli olan herşeyi bulduk ve tanıdık biz.bütün fedalar birbirimizi ayrılıktan kurtarmak için yapılacak bundan sonra.ayrılık=yabancılaşmanın mat rengi.
sana şiirler okuyacağım daha niceleri.şuan bilmediğimi sana öğretmek için önce ben tanıyacağım.ve çoğalacağız.nasıl senden önce benken,şimdi biz olmuşken,olacak kendi kolonimizi yaratacağız bebeğim.bizi hiç tanımayan kimselerin cümlelerine girip akacağız.yaşayacağız.bir yatak altımızda,dilimizde şerbet tadı,burnumuzda kış çayı kokusu,ellerimiz-karışacak hangisi senin,hangisi benim bilemiycez,sormıycaz da.
ve işte! bizim kafamızda,kafkamızda,kavgamızda,çatlayan tek cam,karanlığa gömülen tek şehir,ağlarken susan tek çocuk,yarım kalan tek sözcük,mat edilebilecek tek satranç olmıycak!lafın gelişine değil,fiilin gidişine yaşıycaz.Biz.

23 Haziran 2009 Salı

ComeUndone!


pfff.o kadar uzun zamandır bu konser için bekliyodum, bu kasvetli şehrin yükünü omzuma almış gibi,işten evine ulaşmaya çalışan insanların ızdırabını düşündükçe "oturduğum" yerden gözlerimi sulandırarak.olmadı.konser yani.halbuki ben "onların" yeni albümünden hiçbir şarkı bilmeyerek de olsa kendimi bu şehrin en kalabalık otobüslerine atarak en kalabalık yollarında çilemi yeterince doldurmuştum."konser ertelendi efendim,yarın akşam aynı saatte olacak" cümlesinin ardından içimde kopup dizlerime doğru inen titremeyi şimdi burda anlatmak anlamsız=)son zamanlarda yeterli sayıda yaşadığım hayalkırıklığı bana antreman olmuş olacak ki çabuk toparladım "nasip kısmet" tadında adımlar attım gerisin geriye.ömrümden bir gün daha geçti.yürüyeceğim yollardan birkaç kilometre daha çaldım.okuyacağım sayfalardan dinleyeceğim melodilerden birkaç tane daha kaybettim.olmadı.konser yani.
yarın akşam aynı saatte.kuruçeşme arena.

18 Haziran 2009 Perşembe

PersianAnarchisim


irandaki seçim sonrası ayaklanmalar...ahmedinecad'ın hiçbir yabancı basın mensubunu sınırdan sokmadığı gibi yerli basına da haber yasağı getirmesi...kadınların coplanması...bu ayaklanmalarda örgütlenmeye yardımcı internet sitesi kurucuları hakkında hukuki işlem başlatılması...kamu düzenini bozanların idama çarptırılması...falan filan.
en kötüsü gerçekleşiyor yanıbaşımızda.diktatörlüğe hak-hukuk diyorlar.sandıkta hile yapıldığı söylentileri bir ülkeyi kırıp geçiriyor.reformcuların yarısından çoğu kadın.neden?cevabı ortada.kadınlar en çok haksızlığa uğrayan kesim.sevgili Homeros,sevgili ilk tarihçi ne demiş:Herkes yasayı çocuklara ve kadınlara söyler!
"Hukuki işlem" başlatılması kısmı cidden tüylerimi ürpertti.bunu da pisliklerine alet ettiklerini artık açık açık,hiç utanmaksızın,hakkın hukukun doğasına tamamen aykırı bir şekilde söyleyebildiler.insanların yerlerde sürüklenmesi,coplanması,göz yaşartıcı bombalarla püskürtülmesi,hatta idam edilmesi,haber alma olanaklarının tamamen yok edilmesi haktan hukuktan sayılıyor öyle mi? peki öyleyse bu kimin hakkı? mevzu bahis olan "kamu düzeni", laçkalığın dibine vurmuş bu söylem kimin huzurunu amaçlıyor? korkmuyorum! tiksiniyorum! RTE'nin SAY'a dediği gibi işte: beğenmeyen istediği yere gider,dimi? keşke biri çıkıp da diyeydi: Beğendiremeyen cehennemin dibine gider! ahh Chopin,ahh Lennon,ahh Süreya duysanız ağlardınız!

16 Haziran 2009 Salı

Bilge'ler*


bi ton Bilge biriktirdim.Bide üstüme vazifeymiş gibi onları cebimde taşımayı düşünmekteydim.Boyum yetmedi:( Bilge'lerim yola saçıldı...koştum ardından taa eminönlerine kadar...bulamadım.Geçende bebekde dolaşırken canım aşiyanda ağlamak istedi.Önce o öldürücü yokuşu nefes nefese çıktım.Sonra zırlayarak indim.Bilge dedim.Bilgee nerdesin!!! Ses etti, ne uzak ne yakındı sanki.Tanıdık bi koku geldi uzak-yakından.Koştum...hırlayarak.Ulustaymış eşşek.Tozlu rafların arasına saklanmış.Dedi ki:Gazel yazdım ben,al oku.Yoksa bana mı dedim.Elbette hayır dedi.Narla incire yazmış meğer.Bana da yazsın istedim.Dedim sen yine kaybol,ben beklerim.Dedi ki:Ama olmaz, sen benim geçmişim değilsin!Ama dün var,ondan önceki gün var,ondan da öncesi var..Olmaz,yazamam gazel adı üstünde,bi coşup bi durulmalı dedi.Sen bana durmuşsun,coşturmuyorsun dedi..canım aşiyanda ağlamak istedi.