31 Aralık 2012 Pazartesi

Cliché

İnişler-çıkışlar, yerin dibine girip ordan arşa fırlayışlar, gömüldüğü yerden daha yeşil başlayışlar... Bana her daim yaşanası geldi bunlar. Ama 2012 sağolsun başımı hiç eğmedi. 2012'de yaşadığım her sıkıntının bir mazisi olduğu için faturayı ona kesmiyorum. Olacağı varmış napalım. Ama kusursuz mutluluk cümleleri de çok yavşak geliyor, itiraf etmeliyim. "ooo la la la hayat bize güzel. yiyoz içiyoz geziyoz. her şeyimiz ne kadar mükemmel o lalalalal. hayatım cebine kusabilir miyim?!+%&/" Ama işte Instagram denilen şukelatalı lanete bulaştığımdan beri o cimcimeler alemine daldım. Çıkamıyorum. ÇOK GÜZEL YAA.
2013'den beklentim, daha ayağı yere basan kararlar almak ve hayata geçirmek için ne gerekiyorsa yapmak. O güç içimde derin bir yerlerde saklanıyor, hissediyorum. Ve bolca huzur, dinginlik, sindirmişlik. Her şeyi koşmadan sakin adımlarla sindire sindire yapabilmeyi umut ediyorum. Ve unutamayacağım bir seyahate çıkmayı istiyorum. Barcelona olur, Floransa olur, tiril tiril elbiselerle yürüyebileceğim daha önce görmediğim her yer olur.


Sayın Tanrı, 2013'ün soundtracki bu olursa eğer... Teşekkürler.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Miss'in hem Özlemek hem de Kaçırmak Anlamlarına Gelmesi Durumu.

Sabahtan beridir şu blogu okuyorum. Özenmekten bir hal oldum. Ne güzel okuyor insanlar arkadaş. Bense İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar'ını neredeyse 2 senedir gözümün önünde TAŞIYORUM. Resmen anlamamakta inat ettiğim o sadece tuvalete girdiğinde kitap okuyan insan kitlesinden olsaydım bu kitap şimdiye on kere biterdi. Boş zamanlarımı ne yapıp edip ıvır zıvır işlerle dolduruyorum ve ardından dinlenmek için oturduğumda hemen bir dizi açıyorum. Dinlenme sürem doluyor ve fakat dizi bitmiyor. Dizi bitince de uyuyayım bari diyorum.
Euphric Blog'u okudukça ofisin çekmecesinde gıcır gıcır bekleyen Mülksüzler'e kafadan dalasım geliyor. sonra da "ya ben okurken kapıdan bir Başkan/Başkan Yardımcısı girerse" diyip tırsıp blogu okumaya devam ediyorum. Baba evindeki can sıkıntısı şuanki evime kocaman bir kütüphane kazandırdı ama öylece duruyor. Son 1 senedir neredeyse HİÇ okumadım. HİÇ.
Blogda rastladığım bir alıntıyı paylaşmak istiyordum aslında. İtiraf.com gibi oldu, ne biçim oldu.

Sinek Isırıklarının Müellifi / Barış Bıçakçı

İstanbul ile Ankara karşılaştırması yaptı. İstanbul'a giden herkes dönüşte böyle bir kıyaslama getirir, lokum gibi ya da pişmaniye, saray helvası, Bolçi. "İstanbul'da insanların tek amacı İstanbul'un tadını çıkarmak gibi görünüyor. Avına dişlerini geçirmeye çalışan yırtıcı hayvanlara benziyorlar. Ankara'ya istesen bile dişlerini geçiremezsin, bir sürü üst geçit var." Metin ile birlikte bu şakaya güldüler. Kapatırken Cemil şöyle dedi: "İstanbul'da gün boyu dolaşırken dünyanın haline üzüldüm. Ankara'da insan sadece Ankara'nın haline üzülüyor."

Barış Bıçakçı uzuuuuun zamandır okumak istediğim bir yazar. "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" filminin konusunu okuduğumda çok etkilenmiştim ama hala ne filmi izleyebildim, ne de kitabı okuyabildim. Üstteki alıntı beni Ankara'da ısınan yeerlerimden İstanbul'u özleyen yerlerimden, bütün anılarımdan, eksikliklerimden vurdu. Nedense hiç bilmiyorum. zerre fikrim yok ama bana Begüm'ü hatırlattı. Begüm'ü cidden çok ama çok özledim. Bir Ankara-İstanbul karşılaştırmasında hep aklıma Begüm geliyor. Sanırım onu İstanbul'dan koparamadığım Ankara'yı sevdiremediğim için böyle oluyor.
Yani, en kısa zamanda Barış Bıçakçı külliyatına başlayacağım ve en beğendiğim kitabını Begüm'e göndereceğim. Bu da tesellim olsun.
Kings of Convenience ft. Feist- Build up o zaman.