5 Ocak 2011 Çarşamba

Your Supermarket Jesus


Bir gün Okan Bayülgen'in programını izliyorduk Di. ve ben.
Di: Ben bu adamı çok seviyorum yea.
Ben: Ben de ya.
Di: Ama ben Cem Yılmaz'ı sevmiyorum.
Ben: Niye ki? Ben onu da seviyorum.
Di: İyi espri yapan insanların zeki olduğunu söylerler, zeki bir insanın etliye sütlüye karışmaması olucak iş değil. Cem Yılmaz "ben siyasi fikir sahibi bir insan değilim" diyor. Madem zeki ve madem üreten bir zekası var, Türkiye gibi bir memlekette nasıl bunca şeye karşı susar?
Ben: Allah allah. Herkesin siyasi bir fikri olması gerekmez ki. Ayrıca olanı da paylaşmak istememesi çok normal. Çünkü para kazandığı iş, ciddiyetten fersah fersah ötede.

dedim dedim de bugün kafamda bir şey "dank" etti. Odtü'deki öğrenci-polis "çatışmasını" gördüğümde, patlamaya bu kadar yakın olduğumu bilmiyordum. Ciddi bir nefret patlaması yaşadım. İsyan ettim ama kime? neye? Polis kendi içinde tekil bir kelime olsa da, aslında bir güruhu, bir oluşumu temsil ediyor. Ve bugün ülkemizde ben polisin kimi kimden koruduğu konusundaki mefhumumu yitiriyorum. Polis devlet sayılıyor. Polise karşı gelmek, devlete karşı gelmek oluyor. Şu günün şu iğrenç şartlarında bu böyle evet. Ama hani bize ortaokulda "devlet nedir genşler?" dediklerinde biz de yavşak yavşak "devlet biziz. devlet herkeees." diye cevap verirdik ya. Yemişim öğrenilmiş çaresizliğinizi. Yemişim toplumsallığınızı. Yemişim egoizmin dibini boylayan gelecek kaygınızı. Artık ben de Cem Yılmaz'ı sevmiyorum. Zeki insanlar sahiden de kayıtsız kalamazlar. Çünkü "Kayıtsızlık, bir yok etme çabasıdır."

Hiç yorum yok: