19 Mart 2012 Pazartesi

this is the best day to die.


insan yeni bir hayata alışırken yeni birisini doğuruyordu içinde mecburen. şehirlerden geçiyordu, geçerken hayatlara uğruyordu, dokunuyordu, tadıyordu ve terkediyordu. terkediliyordu. Amy'nin de dediği gibi "zaman tünelinin içinde duvarlara çarparak zedelenen, yara alan hayatlardı." hepimizin. ayağımıza basıyorlardı ve kayan ayak her ne haltımsa bizimki oluyordu. ve yine her ne bokumsa, en sağlam kararlar bile sabahına daha hafif kalkıyordu. ve yine her ne zıkkımsa, en sağlam sevgiler bile bir tek kendi özüne dayanıyordu. Times New Roman'la başlayıp italic harflere dönüşen alıntı tadında hayatlara atılıyorduk. bu ağzımıza sıçılmışlığın edebi formuydu. sürünmüyorduk, sürünmeye yazıyorduk. en kötüsü unutuyorduk. geçtiklerimizi, dokunduklarımızı, tattıklarımızı nasıl da unutuyorduk. alkol bahaneydi ama iyiydi. kafa güzel değildi, tiktaklar duyuluyordu sadece. biz özlüyorduk. özlemek bitmeyen fiildi. akmaya meyilliydi. ve bence, şuandan uzaklaşmanın en kolay haliydi. bir kaçıştı özlem. en güzel haliyle bir korkak işiydi. geçmiş görülebilen bir şey olsaydı, üzerinde bir tek özleyenin adının olmadığı bir mezar taşı olurdu.

"uzunca yazalım
bu gece güzel olmasın
çalınmamış bir kapıdan daha hüzünlüsü varsa
o da açılmamış bir kapıdır

elimde kalan tek şey
kalemimdir belki de!"
diyebilen adam bile yazmıyor artık. neyini zorluyorum ki bu bi sikim anlamadığım cumhuriyetin?!

Maybeshewill-In Another Life, When We Are Cats


Hiç yorum yok: