22 Nisan 2012 Pazar

İki

çok şey yazmak istiyorum. çok şey oluyor. ama daha çoğu olmuyor. mesela herkesler gidiyor. ben giderken hep oradaydılar. şimdi ben geldim. ama onlar burada değiller. hayat çok tuhaf. burada hiç vapur yok. ama hava çok güzel. üstümüzden çok kuş geçiyor. içim, onları farkedememenin vicdan azabında. iki birayla bulanan kafamın tanıdıklığına kıkırdıyorum şimdi. bir başıma. iki bira yetiyor, gençlik, bahar, şarkılar ve bir de düğün. hatta iki. iki ne kadar güzel bir sayı. iki bira. iki arkadaş. iki sevgili. iki düğün. iki.

Rachel Portman-Never let me Go

10 Nisan 2012 Salı

"veren el alır, gülün hatrı kalır..."

öyle bir şey söylemek istiyorum ki şimdi, tek bir cümleyle aydınlansın gece. ben belki de hiçbir ölüme bu kadar içerlememiştim. bu kadar sessizce yaşamamıştım hiçbir kaybı. öyle alelade söylediler ki öldüğünü, bir başkasından bahsediyorlar sandım. gittim ekrana baktım. iki gün öncesinde bakınca içimi huzurla kaplayan o  yüz vardı. kor düşüyor diyorlar ya. saplandı kaldı.
ortaokuldaydım sanırım yada lisenin ilk sınıfı. kendi paramla ilk kasedimi almıştım. sezen aksu-deliveren. sarı odaları duymuştum radyoda. ilk aşkı hala sırtımda yaşıyorum o zamanlar. o da çok seviyordu o şarkıyı. o zaman kesinlikle o kasedi almalıydım. neyse. içinden taa bugünlere kalan bambaşka bir harikulade çıktı. "yine mi çiçek".
bir daha kim "haber etsek o yare, gelse Bomonti'den. Şereflendirse bizi olsak teyyare" diyerek, ılık bahar rüzgarında mis kokulu bir özlemi anlatacak? o rakı kadehi, hele de bu şarkıyla titremeden elde nasıl tutulacak? acıya bir daha kim onun kadar şefkatle yaklaşacak?
yine güzelsin yine çiçek. Seninle şereflendim ya, hamdolsun.

6 Nisan 2012 Cuma

ahanda buraya yazıyorum.

Yeni bir hayata başlarken revizyonist bazı adımlar da atıyorum yavaştan. Bugün de şöyle bir karar aldım ki, tek başıma yaptığım faaliyetlerden zevk almayı eksik etmeyeceğim. insanın tüm hayatını, benliğini tek bir kişiye endekslemesi bir yandan iyi ama aynı zamanda da çok tüketen bir durum. Buna bir an önce engel olmalı ve özüme dönmeliyim. Geçenlerde Emre "şu telaşımız bittikten sonra fotoğraf çekmeye çıkacağım, bisiklet süreceğim, Özüme döneceğim yani" dediğinde bu kadar iyi anlamamıştım. Şimdi öyle bir dank etti ki kafamda bu doğruluk bir an önce harekete geçmem gerektiğini farkettim. Ve geçiyorum.

Bugün itibariyle, İstanbul'dan kitaplarım geldi. İşe, onları düzenlemekle ve yeni okunmamışları öncelik sırasına göre dizmekle başlayacağım. Ardından kendime tertemiz bir defter alacağım. Belki de bu blogu açtığımdan beri doğru düzgün kağıt kalemle yazı yazmıyorum. Kendime küfrediyorum resmen. Canım sıkıldığında çıkıp bir şeyler yapmak istediğimde olur da gelebilecek kimseyi bulamazsam 19 yaşımdaki halime bürünüp tek başıma sinemaya gideceğim. Seğmenlerde uzanacağım. Bir cafede tek başıma oturup dergi okuyacağım. Yolda bir tanıdıkla karşılaşacağım belki. Yönetmenler seçeceğim ve filmlerini seri halinde peşpeşe içeceğim. Hedefler koyacağım. Mesela, haftada 3 film, 1 kitap gibi. Daha önce hiç denemediğim bir alanda denemeler yapacağım, bir enstrümanı çalmaya çalışmak olabilir yada pilatese başlamak olabilir veyahut hiç bilmediğim bir dili öğrenmek olabilir. Yüksek lisansla ilgili ciddi araştırmalara başlayacağım.

Bundan sonra "off çok sıkıldım." demek yok. inşallah.
ve hala kişisel gelişim ve diyet kitaplarından nefret ediyorum.