30 Ocak 2010 Cumartesi

GüveyeBenzerBirŞey


özlemişim. neyi diye sormaya vakit bulamadan en derinden hissediyorum. sadece özlüyorum. böyle vıcık vıcık bişey ki boğazımdan başlayarak 20 saniyede karnıma doğru iniyor, geçtiği yerlerde inceden bir sızı bırakarak gidiyor. içim çöplük. hissin girdisi bol, çıktısı yok.

-umuyor insan. ummaz mı hiç.(babam ve oğlumdakinden evet=)) sanki bir şey başlayacak, bu eskiyecek gibi. çok güzel olacak gibi.-

özlemenin bir kokusu var. kokudan tanıyorum özlediğimin hangi zamana ait olduğunu, ne kadar ötede durduğunu. vazgeçtiler benden. ben de çoktan gitmiştim zaten. kokularını da götürselerdi bari. ahh ben bir kokunun muhasebesini tutuyorum da, ya ben...ya ben nelerimi bıraktım, nelerimsiz kaldım...

-küçükken büyümek marifettendi. büyüyünce çocuk kalmak marifetten. bıraksalar da her şeyi zamanında yaşasak!-özleyecek çok şey biriktirdim. evet şimdikiler yenileri için eskiyecek. ama bitirmeden: "Hoşgeldiniz! İçeri girerken beni paspasa siliniz!"

27 Ocak 2010 Çarşamba

H.T.'den Darbeler


gel bir de sen vur güzelim.
gel bir de sen al aşağı et.
gel bir de sen yemeden içmeden kestirt beni.
yemediklerim popona bolbol et yağ olsun.
sınıf kapılarından giremez ol.
insan içine çıkamaz ol.
bana bunları söylettiğin için, her cümleyi 2'yle çarp.
hesabı kitabı yitir.
verdiğin notları tersten yazar ol!

23 Ocak 2010 Cumartesi

VeKarYağar...


temizlendik az da olsa, şehircenek. üşüdük, algımız açılsa bari.

sabah 9.00 civarı sokaklarda kimseler yoktu. herkes içerlerdeydi. kar sakin sakin yağıyordu, ısıtan kar diyorum ben böylesine. zira herkes içerdeyken, sığınacak yerleri olmasını çok sıcak buluyorum. kahvaltı yapıyorlar, sohbet ediyorlar, çay içiyorlar, tavla oynuyorlar, öpüşüyorlar, koklaşıyorlar...o sırada ben, yani dışarda olan, bunların hiçbirini yapamamama rağmen kendimi sıcacık hissediyorum. nihayetinde ben, herkesten bir parçayım. içerdekilerin dışarda kalan parçası.

gece 01.00 civarı yağmur ahmak ıslatandı. soğuk, değdiği yeri kesendi. sakarya caddesine daldık. bambaşka bir dünyaydı. sanki oyun bahçesi, sanki hasretliklerin buluşma yeri, sanki yeni açılmış bir sınır kapısı...büyük varillerde ateşler yanıyordu, ilk gelenin gözlerini yakan, alışanı sıcaklığına çeken bir ateş. celil abi bize tabure verdi, karşı çadırda gençler türküler söylüyordu. çok eğleniyorlardı belli, eğlendiriyorlardı da orası garanti. soğuğa alışınca titremeyi unuttuk, dumana da alıştık. celil abinin gözleri ıslandı bi ara. kaç çocuk var abi diye sorduğumda "3tane, ama bitanesi 5 yaşında. onu çok özledim" dedi. çıkarıp bi sigara ikram ettiler, dumanını yuta yuta içti. hiç çocuğum olmadı benim, demek ki hep eksik sevmişim.

akşamüzeri 17.30 civarı karşımda bir adam, önündeki 20 kişiye bağıra bağıra eşya-insan ayrımını anlatıyordu. bir gazinin protez kolunun eşya sayılamayacağını, çünkü onun artık vücudunun bir parçası olduğunu ve hiçbir vicdanın buna "eşya" diyemeyeceğini söylüyordu. devletler için sapasağlam bir adam "eşya" gibi kullanılabilirdi, vatan için sakat da kalabilirdi, öle de bilirdi. ama protez bacaklar, protez kollar eşya olamazdı, bu vicdana aykırıydı. aklıma "sus" dedim. "ösym hiçbir sorusunun altına, senin vermek istediğin cevabı koymayacak." dedim. "başkalarının doğrularını öğren ve kazan." dedim.

ve düşen her kar tanesi, yere çarpmasıyla eridi.

21 Ocak 2010 Perşembe

InnerCooling


en son ne zaman bu kadar soğuk olmuştu?! sanırım 2006'ydı. feciydi. beyazdı. içine çekendi. kaskatı kesendi. hasta edendi. şerefsizdi. ama iyiydi. temizlerdi. sümük yiyiciydi.

şu küresel ısınmayı anlamıyorum. adına "Mevsim Geciktiren" deseler daha iyi olurmuş, ne numarası olduğunu herkes anlarmış o zaman, ben dahil. bir de "ısınma" mevzusu var, saçı fönlüler kolayını bulsa fan sitesini kurarlar küresel ısınmanın, en çok onlara yarıyor bu iş. evrenin ahengi onların saçlarına bağlı biliyorsunuz.

eskiden kar yağardı, ben hatırlayanlardanım. okul tatil olurdu, anneler izin vermezdi oyunlara, çocuklar salya-sümük. biz yaşadık bunları. hatta lisede bi arkadaşım attığı kar topuyla gözlüğümün camını kırmıştı=) sonra da kaçmıştı korkudan. öcüydüm biraz.

o kadar soğuk ki Ankara. sağolsunlar "dumansız hava sahasını" türettiklerinden beri içtiğim sigaradan bi halt anlamaz oldum. rüzgarda tüttürmek kadar pis bişey yoktur sanırım. sanki zift damağa yapışmış gibi bi tat. bi de sigara tutan elin donması, kanın parmaklarda kalı kalıvermesi. feci. dışlanmış gibi hissediyorum kendimi, azınlık gibi, zenci gibi, mini etekli-uzun bacaklı hatun gibi hissediyorum. böyle süklüm püklüm dışarı çıkmak var ya, acayip koyuyor ya. bir de içerken insanların sanki zina yapıyormuşum gibi bakmaları, "Gayret et güzelim"i söylüyorum hep içimden."hıımm neden çocuklaar beni gösteriyoorr, yağmur yağsıınn güneşin yerinee.."

herkes çok dertli. ben de dahil. şaşıyorum, evleri nasıl gözyaşı seli basmaz ki. küresel ısınmayla içimiz de kurudu da, bilemedik mi acaba?! küresel yalnızlık mı demeli yoksa?!

20 Ocak 2010 Çarşamba

EkmekİçinAçlığaOturmak


karnı tokluğun verdiği uyuşukluğu yavaştan atlatıyoruz sanırım. demek ki aç kalmak gerekiyormuş. bugün tekel işçileriyle birlikteydik. her akşam saat 18.00de onlara uğramadan evime dönmemeye karar verdim.çünkü:
*şiddetin sadece fiziki olmadığını öğrendim: bknz Barış Çalışmaları-Structural Violence
*barışın sadece savaş olmaması durumu olmadığını öğrendim. bknz Barış Çalışmaları-Positive Peace
*insanın karnı aç da olsa, suya hasret de olsa etrafında ona inananlar oldukça yüzünün gülebildiğini öğrendim: bknz tekel işçilerinin açlık grevi bugün başladı. ve bir amca dedi ki: çek kızım bizi ikili üçlü çek, bugün varız ama bakarsın yarın yokuz.
*kollektivitenin dibine vurdum, dedim haydi ne duruyorsun, bu belki de senin geleceğin. kendi kaderini herkesten beter sayanlara inat, seslerine sesimi eklemeye gittim.
*Genç Sen de ordaydı. hepsinin final haftasıydı, ve uykusuzlardı. ama çığlıklarını esirgemediler. hep aynı şeyi söylediler: yalnız değilsiniz!
*"Kardeşim" kelimesi yine ve yine ürpertti beni. herkes birbirine kardeşim diyordu. her köşede siyaset konuşuluyordu. her cümle de şu geçiyordu: Vermeyecekler! Alacağız!
*yerde soğuk betonda yatmak, çocuklarının aç kalacağını düşünmek kadar koymuyormuş, öğrendim.

ve bazıları derler ki:"Düzen böyle, yapacak bişey yok." o zaman Nazım okumasınlar, o zaman CanBaba'yı okumasınlar. o zaman saksılarında kalsınlar, dışarda direnen bir hayat var.

19 Ocak 2010 Salı

DersNotlarındanDersler


"Savaş insanlığın en gözde uğraşlarından biri. Bilebildiğimiz tarihten bu yana insanlar zekalarının ve vücutlarının büyük bir kısmını diğer insanları öldürme problemine adamışlardır. İnsan kendi cinsinin diğer üyelerini öldürme işini bu kadar ciddiye alan tek hayvandır. Diğer canlılar da, genellikle yiyecek için, farklı canlıları öldürürler. Hatta çeşitli nedenlerle kendi aralarında kavga ettikleri de olur, ama bu çok seyrek olarak ölümüne bir hal alır. İnsanlar dışındaki primatlarda öldürme savaştan çok cinayete denk düşer. Savaş ise esas olarak insani bir faaliyettir."
Nicholson,1970: 1. Vurgu benim

17 Ocak 2010 Pazar


dilimiz lezzeti bilmemiş olsa,
tenimiz dokunmayı tadmamış olsa,
aklımız bilgiye hasret olmasa,
karnımız acıkmasa...
üşümeseydik,
güneş doğmasaydı,
tek mevsim olsaydı,
tek cinsiyet olsaydı,
ne savaş olurdu, ne aşk, ne mücadele, ne yorgunluk, ne vazgeçme, ne alışkanlık...
aslolan tek şey can sıkıntısı olurdu.
iyi de olurdu.

15 Ocak 2010 Cuma

*Forgotten*


beklememek gerek.
evrenle garip bir uyum geliştirmişiz, o istediklerimi veriyor, ama hep beklemekten vazgeçtiğim zamanlarda. bugün hayatımda ilk kez mektup aldım! mektup! aldım!!! bildiğin el yazısıyla yazılmış hem de, klavye falan da değil. üstünde adım bile yazıyor. yanında bir de hediye, hem de el emeği göz nuru bir hediye. o an içimde uyanan şükran duygusuyla bir an, sönen bi balon gibi hissettim. sanki uzun zamandır nefesimi tutuyormuşum da, o an geri vermişim gibi. çok bitkisel bir hayattan az bitkesele geçişin ortasındaki boşlukta yüzüyormuş gibi.
insan bazı mutluluklarının bedelini asla idrak edemiyor. ne yapsa etse eksik kalacak, orası aşikar. çünkü hissettiğimi, hissettirdiğime kanaat olmaz. mutluluk da tek kişilik. ama mektuplar hep ikili, hep ikili, hep ikili, hep ikili...bugün beni bir kez daha yaşadığıma inandıran, o işlevine kurban olduğum parmaklara selam olsun!

11 Ocak 2010 Pazartesi

DeliliğiErtelemek


iç sıkıntısı. bağırmakla geçer gibi, ama bağırırken kullanıcağım cümleleri henüz seçemedim. öznelerimi, nesnelerimi kaybettim. cümlelerim eksik, noktaları üçlü...sesler var sadece, başkalarının diğer başkalarına sarfettiği seslerde arıyorum çareyi. katmerleniyor. çoğalıyor. gidip bi deniz kenarında, dalgalarla kadeh tokuşturmak var. yada küçülüp babamın ayaklarımı gıdıklaması, çatlayana kadar kahkaha atmak var. eskiden gitmediğim yerlerin çokluğuna bakıp teselli bulurdum. şimdi o çokluğu kalan günlerin azlığına bölüp çıkan meblağda boğuluyorum.

ne desem şimdi ben soranlara. soruyorlar da, susuyorum. bakıyorum telefon çalsın da kurtarsın beni verebileceğim cevaplardan diye. çalmıyor. cümle kurmak gerek, birinci tekil şahıslı ve fiili olan. yani ben de olmayan her şey gerek. susuyorum. soruyorlar. sanki duymamışım gibi, kalkıp gidiyorum. nasılsa gelene kadar herkes herşeyi unutmuş oluyor. sanki ben, herkesin unuttuklarını&sustuklarını tek bünyede toplayan.

7 Ocak 2010 Perşembe



bu adam insanüstü bir şey!
tanıdıklarım içinde herkesten ayrı bi yere sahip olacak.
biliyorum, beni sevgilisinin en yakın arkadaşı olduğum için seviyor.
ama olsun, sonuca takılıp süreci kaçırmamak gerek.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Özne-Yüklem İlişkisi


çok devrimci günlerimi yaşıyorum bu aralar, her şeye isyan edesim var. onlarsa inadına üstümde, ve hatta beynimin içinde homurdanmakta, beni bir suskun, bir aptal, bir zavallıya dönüştürmek için bi taraflarını yırtmaktalar. onlar dediğimse, benim dışımda kalıp da bana benzemeyen her şey. yutkunduğumda boğazıma takılı her ne varsa sızıyor mideye, ekşitiyor. söylemesem çatlarım modundayım. farkettim ki, bu duruma düştüğüm her vakit yeniliğin arayışına kapılmışım. yeni lazım değil bana, eskiler hala doldurulmamış boşluklar olarak kaldığı sürece. "bir sonraki" diyebilmem için, çözülmüş her problemin sonuçlarını üstüste yığmalı, onların üstünden bakmalıyım dokunmadıklarıma, mahremiyetini bozmadıklarıma, gözümden kaçanlara.

çok aktivist günlerimi yaşıyorum bu aralar. "üşenmek", lügatımdan istifa etmiş olsa gerek. insanları izlerken beyin kaslarımın gelişimine de tanık oluyorum. izlemenin yetmediği, sindirmenin devreye girdiği vakitler ruhum çoğalıyor. birken bin olup konuşuyorum. kendini inkar etme kaygısından sıyrılmanın fevkaledesiyim ben, hissediyorum. sanki kapitalizm bana hiç dokunmamış gibi hissedip, kapitalizmin nimetlerinden sonuna kadar yararlanan bir bünyeyim. tek kişilk çok devrimim oldu, karşı-devrimlerin yanlızlığında da, kafası bulanıklığında da çok yüzdüm. isterim ki çoğalayım. kaç kişi kalmışız, bir hesap yapayım. rengarenk olsun, içiçe işlemiş, birden gidip tümevarmak gibi. ilk güzel günler yaşanacaksa, kalabalık olsun yani.


''Kardeş payı
yapmak için mi
uzattın süngünü
elimdeki elmaya''

Sunay AKIN

4 Ocak 2010 Pazartesi

Das Leben Der Anderen*


"Yıllık ortalama kaç ayakkabı alırım; 2,3.
Yıllık ortalama kaç kitap okurum; 3,2.
Her yıl kaç öğrenci mezun olur; 6237.
Ancak bu istatistiklerden biri hiçbir zaman yayınlanmaz. Belki böyle rakamlar bürokratları rahatsız edecek, ama açıklanmayan bu istatistik "intihar" rakamlarıdır.

Beimüller Caddesini arayıp Elbe Nehrinde, Doğu Denizinde yada dağlarda yılda ne kadar insanın öldüğünü sorsanız, tüm rakamları bilen kahinimiz sessizliğe gömülür ve büyük ihtimalle adınızı bir kenara not eder, ülkenin güvenliği için!
Tüm bu ölü insanlar ülkenin güvenliği ve mutluluğu içindir. 1977'den beri ülkemiz intihar edenleri saymayı bıraktı.
"İntihar eden" diye adlandırıyorsunuz, bu nedenle bu "cinayete" karşı herhangi bir şey yapılamaz.
intihar edenler heyecanı bilmezler,
İntihar edenler tutkuyu bilmezler,
İntihar edenler sadece ölümü bilirler, ümitlerinin ölümünü."

Berlin Duvarı yıkılmamışken, Sosyalist Doğu Almanya

3 Ocak 2010 Pazar

Biliyorsun,Ben NeredeysemYanlızlığınBaşkentiOrası.


"İstemek" ne güzel şeymiş meğersem. "istemek"le "bilmek" birbirine çok yakınmış, bir karar mesafesinde. şimdi olmuyor işte. insan eskiden istediği şeylere şimdi fazlalıkmış gibi bakarken, saçlarının ağarması an meselesi, gözaltlarının çökmesi, cildin kuruması, ellerin çatlaması...

"bilmek" çoğu zaman tehlikeliyken, tehlikeye muhtaç zamanlarında ömür. bu kentte yaptığın her yanlış, bütün doğrularını götürüyor. "bilerek" yanlış yaptığım zamanlar, uyumadan önce kurduğum hayallerden bile uzak. ayrı düşmüşüz. bugünüm, dünümü attığım her adımda yeniyor, "olması gereken" diyorlar buna. yediremiyorum.

heyecanlanmak için lunaparklara ihtiyaç duymak, sevmek için kan bağı aramak, gülmek için kendini sıfırlamak, ağlamayı unutmak, şaşırmak için yollarda eski bir tanıdık aramak, ararken kaybolmak...ama hiçbirini "istememek", ne "istediğini" de "bilmemek".

"Sonra durur ve derim ki, bildiğim tek şey senin eksikliğin. olsan, şimdi böyle mi olurdu?! Sen geçmiş zamanın şöleni, şimdiki zamanın iri gagalı yanlızlığı! Gelsen yada Gitsem kimbilir, hatırlamak ne kadar acı olurdu!"